18 Kasım 2015 Çarşamba

Rubik

Bazen hiç anlamı olmayan karmaşıklıklardan mükemmel uyumu elde eder insan.
Bazen sadece o karmaşıklıkta kaybolursun.

Rubik küp aldı Okyanus bana. 4-5 gün oluyor alalı. Bugün 2. kez bitirebildim. Çok sevdim bunu yaa! Bir sürü teşekkür etmem lazım ona.

Sana Damla'nın düğününü hiç anlatma fırsatı bulamadım. Sanırım birazda önce benim kabullenmem gerekti bunu. En yakın arkadaşım evlendi sonuçta.

Okyanus ile gittik düğüne. Eskişehir'e sabahın köründe indiğimizden olsa gerek bolca keşfettik oraları. Çok yürüdük ve yorulduk. Tamam feci yorulduk ama çok güzeldi bence. Okyanus ile hiç bilmediğimiz bir yerde dolanmak yani. Keşfetmek. Damla'yı akşama doğru falan görebildik. Onlar kız evinden geldiler çünkü (gelin alma faslıymış). Kuaföre gidince yanına bir an herşey çok yanlış geldi. Belki tüm bu hazırlığın içinde başından beri olmadığımdan belki başka bir şeyden dolayı. Sanki orada fazlalıkmışım gibi, bulunmam gereken yer orası değilmiş gibi. Hem zaten Damla'yı da çok görmeden Hünkar (Damla'nın kardeşi) ile başka bir kuaföre gittik. Sonrada onları ekip Okyanus ile yemeğe kaçtık. Ondan sonra salona geçtik. Damla ile ilk kez doğru düzgün orada konuştuk. Hayatımda gördüğüm en güzel gelin olmuş kendisi. Zaten hayatımda toplam 3 düğüne falan katılmışımdır. Sevmiyorum işte düğünleri. Ayakkabısının altına sağolsun Okyanus ile benim adımı yazmış. Sevindim bi açıdan ne bileyim belki bir umut Okyanus ile evlenebiliriz bizde. Resmi olarak yani.

He birde düğüne liseden iki arkadaşım geldi. Eskişehir'li ikisi de. Ondan gelebildiler yani. Keşke Ece'de gelebilseydi, o zaman gerçekten mutlu olurdum yani. Neyse gelenler beni bilen arkadaşlarımdı. Biri göz işaretleri ile Okyanus ve beni sordu yine işaret dili ile sevgilim dedim. Diğeri Okyanus'un olmadığı bir an sanırım (düşünüyorum da öyle bir an varmıydı ya? ama olmasa sesli soramazdı dimi) O kim dedi arkadaşım dedim arkadaşım kelimesine vurgu yapınca sırıttım. Anladı herhalde. Neden anlatıyorum bunu sana bilmiyorum. Sanırım kabul görme şeysi var bende. Yani o düğün boyunca ve hayatım boyunca pişman olacağım şey elinden tutup Okyanus'u dansa kaldıramamak oldu. Tamam ikimizde hele de o ortamda dans etmeyi istemedik tabii ki. Ama toplum ve insanların garip bakışları olmadan Onunla dans edebilmeyi isterdim. Özellikle en yakın arkadaşımın düğününde. Çünkü bundan sonra katılabileceğim düğünlerin sayısı oldukça sınırlı. Aslında aklımda sadece bir tane var o da Okyanus'un kardeşinin düğünü. Sevmiyorum böyle kalabalık yerleri.

İşte o geceden özellikle aklımda kalan iki kısımdan biri danstı. Diğeri Damla'nın son kez sarıldığı an. Trene yetişmek için erken ayrılmamız gerektiğinde sarıldı öyle sımsıkı. Veda eder gibiydi ama değildi de. İnsan en yakın arkadaşına veda etmez değil mi? Dün doğum günüydü. Yıllardır ayrı geçirdiğimiz ilk doğum günü. Yalnız hissetmiş midir ki? Sürekli mesaj atmaya çalışıyorum aramız açılmasın ya da uzak olmayalım diye, umarım hiç öyle olmaz. Umarım aramız hiç açılmaz onunla.

Bu arada kendi evimizde (Okyanus ile evimizde) oluşumun en büyük sıkıntısı ne yemek yapacağım derdi. Başka da sıkıntımız yok. Ama her gün bunu düşünüp hiç bir şey bulamamak mükemmel bir şey yaa! Diğer konularda hayal ettiğim gibi her şey, uyanıp her sabah onu öpmek mükemmel. Her gece sarılıp uyumak. Gece sık sık uyanıp üzerini kontrol ediyorum açık mı diye. Evet bir kısmını hatırlıyorum.

Bir de sabah işe gitmeden önce 15 dk daha erken uyanıp hazırlandıktan sonra, oturup onu izlemeyi çok sevdim. O öyle masum ki...

12 Ekim 2015 Pazartesi

İşte ben!

Hey ben geldim. Ne kadar yazabilirim emin değilim ama geldim işte.

Son bıraktığımda depresyonumsu bir şeydeydim. Şimdi daha iyiyim. Önüme yeni problemler çıktıkça daha da güzel oluyor işte. Yine de iyiyim. Abimlere anlattığım huzuru buldum. Tamam hala ufak tefek eksikler var ama onun dışında güzel gidiyor herşey. Önce diğer şeylerden bahsedeyim sonra Okyanus ile olan hayatı anlatacağım.

Bir bakalım, 11 saat tren yolculuğundan sonra Damla'nın nikahına gittim geçen hafta. Dönüşte 11 saat sürdü tabii. Ama tren yolculuğu müthiş bir şey! Koltukları rahat, geniş, aralarında 30 cm yok yani bayağı geniş. Geri yatırınca iki tarafında umurunda olmuyor. Sonra insanlar gerçekten kendi halinde. İstediğim gibi yayılıp, istediğimi yiyor ya da içiyor ya da uyuyorsun kimse de dönüp bakmıyor sana. Tablet varsa hele film izlemek için bayağı keyifli oluyor yolculuk. Bi tek kısa yolculuklarını sevmiyorum, 11 saat gittiğim yolda üşümedim ama bir saatlik gittiğim o yolda donuyorum arkadaş. Üzerime mont alsam az gelir yani o derece açıyorlar klimayı. Alıp o klimayı adamın... Neyse işte. Nikah güzeldi ya. Basit oldu biraz, hemende oldu bitti ama artık en yakın arkadaşım evli biri! İnanılmaz geliyor onun evli olması, düşünmek yani. Nasıl yaaa diyip bir düşündürüyor insanı. Diğer taraftan bir sürü fotoğraf çektim. Petitonun ailesi ile tanıştım. Hatta Damla gelene kadar bayağı evi şe ettik. İyi bir ailesi var. Ve görümcesini cidden seviyorum. Şanslı yani Damla. Sorun çıkarıp çirkeflik yapacak bir görümce değil gibi. Umarım ailesi hiç değişmez.

Hiç anlamam yani evlenince diğerlerinin ailesine anne baba deme olayını. Teoride düşününce hala saçma geliyor bak, benim bir tane annem var diye diretiyorsun. Sonra farkında olmadan annesine anne demeye başlıyorsun. Sonra iyice benimseyip kendi annene seslendiğin gibi annem diyorsun. Bende böyle oldu yani. Asıl sıkıntı Okyanus ve ailesi bir aradayken, annesinden bahsedince hala annem diye seslenmem. Fark edince annen diye toplamaya çalışıyorum ama çoktan karışıyor yani onlar araya. Bir kerede hayatım diye seslenişim vardı ki mükemmel! Daha ne kadar pot kırabilirim bilmiyorum.

Nikahtan dönünce artık iş bulmam lazım benim dedim. Yine de iyice erteledim. Sonra perşembe günü daha fazla erteleyemedim. Yakında nereler varsa hepsini kağıda yazdım 11-12 firma falan vardı, gittim CVmin çıktısını aldım sonra tam 10 tane hemde. Telefonumun navigasyonunu da açtım. Sonra Avea merkezde olmama rağmen yeterince iyi çekmiyor diye ilk aradığım firmayı bulamadım. Bıraktım evimin orada olduğunu bildiğim bir tane geldi aklıma. Gittim oraya ilk CVyi bıraktım. Sonra navigasyonu tekrar açtım, oturduğum mahalle ya en azından sokaklarından bilirim diye diğer firmalardan birini arattım, buldum, gittim. Kapıdan girince CVmi bırakmak istiyordum dedim. Gel otur şöyle falan derken bayağı konuştuk yarın sabah gel başla dedi. Biraz daha konuştuk o arada işin yoksa bilgisayara geçebilirsin dedi. Geçtim hemen iki adet tabela tasarımını hızlıca yapınca şok oldular herhalde ama tabela yani aylarca yapmışım nesi zor ki, basit bişi.

Ben hep böyle gider inşallah derken ertesi gün katalog tasarımı önüme koyuldu. Oh ne güzel!! Ben cidden çok uzun zaman ne kartvizit ne broşür tasarlamamışım. Yaptığım en küçük iş 25x35 ikaz levhasıydı lan. O da hazırdı, basıp yapıştırıyordum. Böyle incik cincik şeylerle uğraşmaya başladım. Bu daha 2. haftam ve şimdiden bunaldım. Yahu 2 metrelik işi yaparken 15 dk harcamıyorum ama 8x5 kartvizit için bir kaç saat uğraşıyorum. Hele o katalog yokmu, nalet katalog. Hala elimde daha iki sayfayı şablon olarak bile ayarlayamadım ya lan! Ama yaklaştım, diğer sayfaları da hallettim mi bitecek inşallah. Tabii bugün yeniden bi tanıtım kitapçığı tasarımı geldi. Sonra araya bir de davetiye sıkıştırıldı. Bak o da kolaydı hemen yaptım ama cidden sıkıntı ya katalog. Bir sayfayı değil yaptığım işi bütün sayfalara göre tasarlamak zor. Hele yazı sıkıntısı var. Çünkü tanıttığım üründe ekstra hiç bir şey yok. Her sayfaya ayrı bir slogan vs bulmam gerek. Nasıl yapacağımı şaşırdım ki ben. 

Ama her şeyden öte Okyanus ile aynı evde olmak var. Mükemmel bir şey ya. Bunu tarif edebileceğimi sanmıyorum ben. Bütün hayallerinin gerçek olması gibi. Eve döndüğümde onu göreceğimi biliyorum, sabah uyandığımda yanımda o oluyor. Uyanmasın diye sessiz olmaya çalışırken gözlerini açması var, o an öpmek var onu. Yaptığım ya da yapacağım her şey buna değerdi. Diğer taraftan onu daha iyi tanıyorum. Sevdiği ya da sevmediği şeyleri daha iyi biliyorum ya da direk görüyorum. Birlikte bir ay boyunca aynı evde kaldığımız da oldu başbaşa ama bu kesinlikle çok farklı ya. Çok daha rahatsın, evim dediğin yerde başka biri var (her şeyden çok sevdiğin kişi) ve varlığı kesinlikle rahatsız edici değil. Şöyle ki ben evim diye benimsediğim alanı korumayı severim, ama onda böyle olmuyor. Aksine o varken burası ev oluyor.

Ne kadar anlatabildim bilmiyorum blog ama O'nu çok seviyorum!
(Resimler yine benden! =) )

15 Eylül 2015 Salı

Yeni evim

Merhaba

Çok uzun zaman olduğunun farkındayım. Bir o kadar da yoğundu ama. Biraz daha geriden başlayım ben en iyisi.

Temmuz gibi ağustos için plan yapmaya başladım. Oldukça eksik bir plan olsa da Damla'nın nişanı için köye gittiğim zaman annemle konuştum ve ayarladım o kısmı, işten çıkıp annemin fındığını toplayıp taşınacaktım. Şimdi diğer sorun paraydı. Çünkü tarihi erkene çekmek demek alacağım 3 ay maaştan daha olmak demekti. Öyle de oldu zaten. 

Ağustosun ortasına doğru patronuma çıkacağımı söylediğimde şok geçirdi bir an. Dükkan benim idare ettiğim bir yer haline gelmişti sonuçta. Herşeyi öylesine kontrol ederken bir anda işlerin onun ve oğlunun üzerine kalacak olmasının şokuydu sanırım o. İstemeye istemeye kabullendi. Son zamanlarda adamı düzeltmişken çıktım işten.

Sonra gidip köyden fındığı topladım. Büyük kısmını en azından. Son tarlaya gelince iş, Okyanus ev bulduğu için bende evime geçtim. Evin her şeyini ayarlamak O'na kalınca kendimi epey kötü hissettim. Hatta berbat ve yetersiz hissettim. Çünkü ne annemi bırakıp gidebiliyordum ne de fındık erken bitiyordu. Yine de evimiz vardı artık! Kendi evimden onca eşyayı toplarlamak öldürdü beni. Yani tamam önceki evi de ben toplamıştım ama bu defa daha zor geldi ya. Damla'nın eşyalarını bıraktım ve kalan herşey hazırdı. O arada bir yerde nakliyeyi ayarladım. Sonra benim ayarladığım adam da başka firmayı ayarladı. Böylece ilk adama bedavadan 500 Tl verdim. Nakliyenin kendisine 700 verdim. Demek ki nakliye alanında büyük kazık yiyoruz biz. Zaten gelen firma da deli etti beni. Sonradan öğrendim ben farklı geleceğini. Sabah 8-10 gibi gelmesini beklediğim araç akşam üzeri 5 gibi geldi.

Sonuçta eşyaları yükleyip terminalden otobüs ile geldim bende. Gecenin bir vakti Okyanus'un kardeşinin evindeydim. Bizim evimiz ile onunki çok yakın birbirine. Bizimki boş ve eşyasız olunca orayı şe ettik. Sonraki günü temizlik ile geçirdik. Nihayet eşyalar gelince de onları çıkardılar eve. Salonu yerleştirdik sadece. Diğerlerini de sonraki günlere bıraktık. Bir sürü eksik çıktı evde ama bize dair, bizim sevdiğimiz eşyalarla evimiz oldu. Tamam hala biraz eksik var ama halledeceğiz. Evimiz bize göre biraz fazla büyük. Bir tane karanlık oda dediğimiz depo odamız var şimdi bir de çalışma odamız. Bir de yürürken bitmek bilmeyen koridorumuz. Yine de eşyaları koydukça evi daha çok sevdim. Şimdilik en büyük sorun doğalgazı açtıramamış olmamız. Bu bayağı büyük bir sıkıntı çünkü banyo ve yemek yok. Bunun için hala geceleri kardeşinin evine gidiyoruz.

Birazda maddi yönden sıkıntımız var çünkü benim param yok. Ve önümüzdeki haftalar felaket yoğun geçecek. Önce bayram, sonra Damla'nın nikahına gitmem gerek ve son olarak onun düğünü. Hala iş bakmadığım için kendime bu daha da büyük sıkıntı. Gelmesini bekleyebileceğim param yok çünkü. Bazen kafayı yiyorum bu düşünceyle çünkü güçsüz kaldığımı ve bu ağırlığın altında ezileceğimi hissediyorum. Okyanus'ta fark ediyor bazen bunu, fazla dalgın oluyorum. Bir şey olmadığını iyi olduğumu söyleyip susuyorum gerçi. Ve cidden ne yapacağımı bilmiyorum.

Okyanus ile arkadaş modunda takılıyoruz biraz. Annesi falan bizi bilmiyor. Bunun için dikkatli olmaya çalışıyorum ama deli gibi özlüyorum O'na sarılmayı. Özellikle daldığım zamanlarda ihtiyaç duyduğum bir şey bu ama yapamayacak olmam daha kötü oluyor gibi. Karışığım yani yine...

Neyse işte blog son gelişmeler bunlar. Evimde internetim yok çünkü ttnet başıma bela oluyor biraz. Düzeltebilirlerse sorunu olacak internetim. Diğer taraftan kendime herşey güzel olacak demek istiyorum ama bunun için doğrusu pekte umudum yok. En azından yakın zamanda olacak olaylar için yok. Tabii ki her şeyi yoluna koyabilirim bir kaç ay içinde ama o zamana kadar Damla'yı kırmaktan ve etrafımdakileri incitmekten korkuyorum. Belki de sadece kendi içimde büyütüyorumdur bunları ama çaresiz hissetmek gerçekten berbat bir şey.

Bir süre daha buralarda olamayabilirim. Kendine iyi bak.

12 Temmuz 2015 Pazar

Take the lasagna

Hey selam. Böyle karşımda oturuyormuşsun gibi anlatıyorum farkındayım. Olduğumdan daha deli gösteriyor sanki bu beni. Ne yapalım bende böyleyim işte.

Lazanya yaptım! Bunun pekte reklama dönüşmesini istemem ama içinde borcamı ve sosu olan paketlerden aldım. Hazır gibi bir şeydi yani. İlk kez yapacağım için çokta uğraşmak istemedim. Ayrıca borcamım yoktu ona uygun. Yoksa Okyanus benim için lazanya almıştı <3 Neyse sosu incelememiştim o kadar. Hazırlarken bi baktım içinde soğan ve havuç gibi bir şeyler var. Emin değilim zira ne kadar incelersem o kadar midemi bulandıracaktı. Onun için görmezden geldim ve yaptım. Çokta güzel yapmışım be! Neyse gördüklerimi yine de ayıkladım tabii ki ama büyük kısmını yedim. Ve tabii ki midemi bulandırdı. Tadı ya da başka bir şeyi değil içinde olduğunu bilmem sadece. O an anladım ki tamamen psikolojik benim sorunum. Çocukken ne geldi acaba başıma. Neyse bunun dışında tadı muhteşemdi! bayıldım bildiğin ya. Soğukken o kadar değil ama yine de güzel. 4 tabak yedim sadece hem. Yine de sonraki sefere sosu hazır olmayacak. Oturur kendim yaparım ben.

Bu biricik tatil günümde sabahın köründe kalktım ben. Kahvaltıda lazanya yaptım. Sabahtan beri evin her tarafını temizledim. Bir dünya çöp çıktı! Ne biriktirmişiz öyle. Mutfak çöpü değil ya normal kutular, poşetler, eski kıyafetler, boş boya kutusu, şampuan kutusu falan. Eve taşındığımızdan beri resmen hiç ellememişiz ya biz buraları. Sonra çamaşırları yıkadım hatta kuruttum. Banyoya girdim çıktım. İnanırmısın ilk kez her yeri süpürdüm. Yani kısaca tatili kendime zehir ettim!

Ama sor bakalım neden yapıyorum bunu. Damla gitti! artık tamamen yalnızım. Evde kafayı yedirten bir sessizlik var. Sen kalk 8 yılı yurt köşelerinde geçir, yazları köyünde akraba sesleriyle geçir sonra gel yalnız yaşa. Geçen yıl gibi olsa Damla'nın geleceğini bilirdim şimdi o yok tamamen gitti. Bu büyük bir parçanı kaybetmek gibi. Oldukça önemli hayati bir parça. Hayır eve geldiğimde onu görmeyi beklemiyorum. Hatta odasını çamaşır odasına dönüştürdüm bile. Ama bahsettiğim 8 yıllık yurt, 1 yıllık ortaokul (aslında 3 yıllık ama o ilk iki yılındaki beni hatırlamıyor -_- ) ve okul sonrası ev hayatımdı o benim. İşte geçmişini kaybetmek gibi. Bir taraftan hala benimle olduğunu hissederken diğer taraftan kayıp, eksik bir şey var. Bir şeye güldüğümde onunda güldüğünü görmek için başını çevirip bakmak gibi. Ama orada değil. Asla neye güldüğümü bilmeyecek. Bende asla bunu ona anlatamayacağım. Hayır canım tabii ki ağlamıyorum. Neden ağlayayım.

Kredim başlayacak ondan ağlıyorum ben. Cidden bak eylülde başlıyor. Bir an önce halletmem gerek bunu yoksa taşınmamın önüne kocaman bir kütle taş gibi oturacak. Ne kadar itsemde geçemeyeceğim oradan. Ve ben buradan taşınamazsam ölürüm yalnızlıktan. Buna alışkın değilim ki ben. Etrafımda ses olmalı, kalabalığın içindeki yalnız olmalıyım. Böylesi yalnızlığı hiç yaşamadım. Hem yetmiyor artık telefon ya da bilgisayardan konuşmak Okyanus'la. Sarılmak istiyorum, onunla uyumak ve uyanmak. Yalnızlığımı gidermekten çok daha öte bir ihtiyaç bu. Nefes almak gibi ya da hala ayakta durabilmen için sana güç sağlayan şey. Benim onun yanında olmaya ihtiyacım var...

27 Haziran 2015 Cumartesi

Onca zaman yazmadıktan sonra şimdi ikinci kez yazmam garip biliyorum. İşte bunlar hep can sıkıntısı...

İş yerindeyim şuan. Patronum yok ve bana göre işte yok. Yani sanırım bilmiyorum, düşüncelerim pek bir araya getirebildiğim şeyler değil şu ara. Boş oturmak istersin ya, öyle oturup hiç ama hiç bir şey hissetmeden boşluğa bakmak. Tam olarak o moddayım.

Bir ara Ankara ya gitmek istedim. Hocalarımdan biri iftara davet etti. Kapanan bölüm son kez bir araya gelecekti işte. Müthiş bir fikir gibi gelmişti. Deli gibi özledim orayı. Sanırım daha çok anıları özlemişim. Damla bizden kimse olmaz orada dedi. Muhtemelen haklıydı da. Böylece o güzel istek yok oldu. Boşluk güzel bir tanım bence. Hem zaten izin alamazdım ki.

Diğer taraftan tanrı tartışmalarım devam ediyor. Sabah mesela, böyle güzel iç güdüsel özellikler anca evrimle gelmiş olabilir diye düşünüyordum. Çevreye göre gelişen şeyler sonuçta. Sonra neden yaşıyoruz ki diye düşünürken bir amaç olması gerektiğini fark ettim. Olmalı mı gerçekten bilmiyorum bak. Ama bir beklenti yokmu, sonuç, bitiş falan. Hem cenneti neden bize açsın ki? Buna da bir anlamı veremiyorum. Yunan tanrısı olsa dualarıma ihtiyacı var derim de, değil yani. Neden öyleyse bizim gibi bencil yaratıklarla uğraşıyor ki?

21 Haziran 2015 Pazar

Hey selam. Okyanus blogumu sildim dediğimden beri aklımdasın. Garip olan şu ki o zamana kadar aklıma bile gelmemiştin. Sanırım patronumun  bana dünyayı unutturacak kadar mükemmel(!) biri oluşundan.

Neyse işte. Yoğun olmasa da her zaman uzun çalışma saatlerim olabiliyor. Bunun sebebi patronumun keyfi davranışı. Çıkış saati geliyor ama adam bizi sohbet için tutuyor. Bir şey konuştuğu da yok. Öyle yarım saat bekliyoruz. Canı sıkılıyor herhalde.

Geçen yazımda (okumadım hatırlamıyorum) hazırlıklar başlasın madem demişim. Benim hazırlıklarım olduğu yerde saymaya devam ediyorken Damla'nınkiler yakında hızlanacak. Kız sözlendi, yakında işten çıkacak nişandan önce. Haliyle evden gidecek. Çok garip geliyor evlenecek olması. Bir kaç gün önce bunu da idrak ettiğimden beri boğazımda bir düğüm var sanki. 11 Yılın neredeyse tamamını birlikte geçirdiğin insandan ayrılmak çok zor, garip. Onsuz bir hayatın içinde hiç var olmamışım gibi. Tatillerde hep dönüp geleceğimizi bilirdikte şimdi öyle olmuyor. Gidecek ve bir daha göremeyecekmişim gibi. Tabi ki görüşmeye devam edeceğiz ama değişiyor bir şeyler.

Sözde onun ailesi, köyündekiler falan sürekli söyüyorlardı siz nasıl ayrılacaksınız diye. O an bile düşünüp anlayamamışım bunu. Görümcesi (ya evet artık görümcesi var. Ne kadar dandik bir kelime gö-rüm-ce bir şeyi görmekten bahsediyor yoksa örümce'ye gönderme mi var? örümce=örümcek ör: örümce ağları dediğini duyduğum annem) sende gel Eskişehir'e demişti. Bende İzmir'e taşınacağımı söyledim. Şimdi taşınabilecek miyim onu bile bilmiyorum.

Ya yapamazsam diye korkuyorum. Başarısız olup burada kalmaktan. Sevmediğim -hatta nefret ettiğim- bir yerde. Bazen düşünmemeye çalışıyorum ama bu da pek kolay değil. Nereye baksan huzursuz edecek şeyler var sonuçta.

Tam 2 hafta kaldı gitmesine...

16 Nisan 2015 Perşembe

Hazırlıklar başlasın madem

Ağlıyordu telefonda. Kendini kaybetmiş gibi. Onu en son böyle ağlarken duyduğumda lisedeydik. Hırsız girmiş evimize. Bütün maaşını almış. Ondan ağlıyordu. O parayı nasıl kazandığını bildiğimden boşvermesini öyle kolayca söyleyemedim. Bizim evimizin bankası para kutuları. Ayakkabı kutusu gibi. Bazen ucuzluk pazarı gibi yerlerde gördüğümüz çok tatlı bulup aldığımız kutular. Maaşı alır kira gelene kadar oraya koyarız. Zaten kira içinden ayrıldıktan sonraki iki günde kutuda para falan kalmaz. İşte bizimki daha kirayı verip dağıtamadan alındı ordan. Benim kaybım öyle çok değil miktar olarak yani. Ben kutuya genelde bozuk paraları koyarım. 5-10 kuruş falan. Öyle öyle 30 tl kadar biriktirmiştim. Onları almış yani adam. Miktar önemli değil ama onları ben üniversiteden beri biriktiriyordum. Son bağımda koparılmış gibi hissediyorum...

Bazen sanki hiç Ankara'da olmamışım gibi geliyor. Bazen Okyanus'tan önce hayatım olmamış gibi.

İzmire gidip geldim. Başarıyla oldu yani korktuklarım olmadan. Annem yani onun annesi buraya taşınsana falan dedi. Evet kelimelerini hatırlamıyorum şuan ama temeli oydu. O günden beri deli gibi plan yapmaya çalışıyorum. Gördüğüm nakliye araçlarının numaralarını alıyorum sapık gibi. Son bir ayda artık hepsini arar sorarım. Ya da önceden mi arayıp fiyat alsam. Neyse öyle işte. Bir terslik olmaz ise aylar sonra sevgilimle evimiz olacak acayip mutlu eden bir şeydi bu da paylaşayım dedim.

İşin diğer kısmını da hemen anlatayım. Damla'nın düğünü. Geçen hafta istemeye geldiler. Petito'nun tuzlu kahvesini de içirip olayı atlattık. Gerçi henüz vermediler tam ama yakında formalite şeyleri geçip gidecek işte. Sonra da herşeyi hızlı bir şekilde yaşar
gideriz.

İşimden bıktığımı anlatmama gerek duymuyorum. Patronum sigortamı başlattı. Bunun sebebi ceza da olabilir ama. Resmi belgelerde imzam bulunduğundan da yapmış olabilir bunu. Çok yoruldum blog ya İki haftadır ilk kez dün akşam vaktinde gelebildim eve. Son ayları dayanmam gerektiğinin farkındayım. Şurada 5 ay falan kaldı ama ben iş konusunda şimdiden tükenmiş gibiyim. 

İbo'yu özlüyorum bazen. Ankara'da geçen zamanları. 101 oynamayı. Hiç bir şeyi dert etmemeyi. Uyumayı. Çıkıp sokaklarda yürümeyi. Müzik dinlemeyi.. Ankara'yı özlüyorum birazda.

Bazen insanlara üniversiteden mezunum deyince şaşıyorlar. Hoş soran ya da benimle konuşan pek insan olmuyor. İşte soranlar şaşırıyor. Sonra bölümümün 4 yıllık olduğunu duyunca daha da şaşırıyorlar. Sonra sanırım acıyıp gidiyorlar. Yönetici değilsen iş hayatı zor. Yani benim gibi göz önünde olmana rağmen görmezden gelinen olmak. Sonuçta adamın işini yapıyorum, onun için tasarım yapıp saatlerce uğraşıyorum ama hizmetçi muamelesi görmek mükemmel bir şey. Yanlış anlaşılmasın şimdi hizmetçilerle falan derdim yok. Ama insan en azından birazcık saygı ya da anlayış gösterir ya. Saatlerimi harcıyorum ben onun için. Sonra adam gelip hiç yargılamadan sorgulamadan olmamış bu diyor. Diyemiyorum ki sen olmamışsın.

Sonra bir de daha düşüncesizleri var. Adamın ertesi gün fuarı açılacak gelmiş iş yetişecek diyor. Ortada hiç bir şey yok ama. Bir tane de elimde var şimdi. Pazar günü dükkan açılacak ama ortada yine bir şey yok. Yahu baştan gelsene zorlama işte bizi. Ama olmaz illa zorlanacağız. Süper güçlerimiz var ya. Hemen yaparız biz onu...!

Neyse yine sinirlendim ben. Baya da dolmuşum mu ne. Gideyim bari.

Fotoğraflar mı? Tabii ki her zamanki gibi alakaları yok.

22 Mart 2015 Pazar

Plan

Lisedeyken annem postaneden para yollardı. Soyadımda bunulan Türkçe'ye özgü bir harfi evrensel dildeki harfe çevirirdi. Yumuşama mı desem ne desem o olurdu işte. Buda postaneden ben parayı alırken sorun oluyordu. Neticede kimlikte farklı yazıyor. Başta postaneci amca hep yanlış yazıyor sanıyordum ben. Meğer annem soyadımızı farklı biliyormuş. Ciddi ciddi uzun zaman al bu da paranın zorluğu şeklinde algılamışım olayı. Ne salakmışım.

İş yerinde hava çok iyi(!) her hata yaptığımda patronum hala kızıyor. Araya bir kaç hakarette serpiştiriyor. En azıdan sigorta dosyamı muhasebeye verdi. He sigorta başladı mı bilmiyorum bak. İş güvenliği uzmanı tutması gerektiğinden benim için başlatmamışta olabilir. Başlatmamışsa karşısına dikilmeyi düşünüyorum sayesinde 400 tl borcum var. Bunu daha da arttıramam.

Bana kızdığı zamanlara dönersek en son cumartesi günü oldu. Cuma akşamı dükkanı kapatmaya yarım saat kalmış önemli firmalarımızın birinden mail geldi. Adam büyük ebatta bir sürü iş istemiş. Yarına çıkarmı demiş bir de. Hazırlamam bile dükkanın kapanış saatine yetişmez bir kere. Bende durumu açıklayan mail attım. Yarın onaydan sonra anca baskıya başlarız diye. Yanıtımdan memnun olmamış olmalı ki patronumla muhattap oldu ondan sonra. Neyse hiç üzülemem dedim kapatıp çıktık. 

Ertesi sabah hazırlamaya başladım. Dünden kalan baskılara başladım sonra. Bu arada onay için çalışmayı da mail attım. Onay cevabını bile bana değil patronuma arayarak söylediğine göre müşterimiz beni gerçekten sevmedi. Öğlene doğru önceki işleri bitirmiştim ki patronum aradı (bu arada her fırsatta dışarı çıkar kendisi dükkan benim sanki her haltıyla ben ilgileniyorum) işleri bastın mı dedi. Yok daha başlamadım dedim. Niye diye kızdı falan sesinin değiştiği andan sonrasına hiç cevap vermedim. Farkettim ki cevap vermemem ya da buna takılmamam bana daha iyi geliyor. Gerilmediğim için sonraki şeylerde yanlış yapmıyorum. Bir dakika kadar sessiz kaldı telefon sonra kapattı. Sonra tekrar aradı hemen baskıya başla dedi. Tamam abi deyip kapattım. Sonra yine aradı sesi normale dönmüş elle kesilecek o iş dedi, biliyorum abi ebadı büyük zaten dedim tekrar kapattım. Bir kaç dakika sonra arayıp sana pide yollayım mı dedi. İyice normale dönmüştü sesi artık. Geldiğinde de eski tatlı bildiğim patron olmuştu. Çok değişken bir yapısı var.

Bir iş deneyimim daha böyle geçti. Kaale almayı bıraktığım zamandan beri iş yeri daha katlanılır oluyor. Beni kovana kadar böyle devam edeceğim sanırım. Yine de benden beklentileri çok fazla. Dükkanın herşeyi ile benim ilgilenmemi bekliyor. İstisnasız böyle ama. Kendi oğlu var onu yetiştirse ya benim yerime... 

Neyse boşverelim bunu. Damla bugün Petito'nun ailesiyle tanışmaya gitti. Bir sürü olaylı oldu ama anlatmıcam. Sonuç olarak evliliğe bir adım daha yaklaştılar. Diğer kısımdan aileler beğenmediyse bir adım daha uzaklaşmış olabilirler. Bilmiyorum doğrusu. Kesinleşse de kararları bende planlarımı yapsam.

Hazır plan demişken iki hafta sonra Okyanus'un yanına gidiyorum. Sadece bir gece ve bir günü birlikte geçirebileceğiz ama olsun. Şimdiden deli gibi heyecanlıyım ya. Umarım bir sorun çıkmaz. Bir de anneme hala gideceğim diyemedim. İçimden bir ses söyleme diyor. Diğer taraftan annemden hiç saklamam ki böyle şeyleri. Bilmiyorum ne yapsam ki?


 

"Balkonda oturmak istiyorum yine seninle. Kahve içerken, kahvaltı yaparken ya da film izlerken konuşmak. Karanlıkta dışarıyı izlemek istiyorum. Yıldızları. Bir gün güneşin doğuşunu. Benim hayatımı aydınlatışının temsili gibi... Konuşmak istiyorum seninle saatlerce. Hayalindeki gibi konuşurken biz, omuzumda uyuyakalmanı..."

15 Mart 2015 Pazar

Hoşçakal

Çocukluğumdan beri hoşça-kal değilde hoş-çakal olarak düşünürüm bu kelimeyi. Bu da kendimce çakal insanların nasıl olupta bütün işlerini yaptırabildikleri gerçeğini anlatıyordu bana göre. Çakal adam sonuçta, seve seve(!) yapıyorsun işini.

Yeniden saçmalamak için müthiş bir istekle geldim buraya. Muhteşem patronumu anlattığım çok olmaz diyordum ama oluyor. Bazen hepsinden bunalıyorum. Bazen kaale almıyorum. Adamın sorduklarına cevap vermiyorum falan. Sanırım o da garipliğimin farkında olmalı ki çok ilişmiyor son zamanlarda. Dün akşam ben çıkıyorum deyip vakti gelince iyi akşamlar bile demeden çıkıp gittim. Resmen tahammülüm kalmamış gibi hissediyorum. Karşımda otursa ve içimden geldiği gibi bağırsam bildiğin rahatlayacağım. Bu düşünceyle birlikte eve kum torbası alıyoruz.

Hayatıma dokunup geçmiş herkesin bende iz bırakmasına izin veriyorum. En ufak şeyde bile kendimi sorgulamaya başladığım çok oluyor. Geçen gün iş yerine gelen kızlar gibi. Muhtemelen aynı yaştayız ya da benden küçükler. Makyaj yapmasını bilen yürüyüşlerinde bile kadın olmak şeyini hissettiren kızlar işte. Benim hiç olmadığım şeyler. Biliyorum belli kalıplar, kıyafetlerle sınırlamamak gerek ama engelde olamıyorum benim neyim eksik ki onlardan düşüncesi aklımın bir köşesinde beliriyor işte. Özgüven eksikliğimde var. Evet onlar gelince bununda farkına vardım. Çünkü onlar resmen kariyer peşindeler. Kendi firmaları adına gelip benimle konuşup iş yapıyorlar falan. Ben daha fiyat vereceğim ürün için patronuma danışıyorum. 

Kiminle yarışıyorum ki. Ya da kiminle karşılaştırıyorum kendimi. Hep herşey için geç kalmışım gibi hissediyorum. Hep hayat benden bir adım önde sanki, yakalayamıyorum. Beceriksizim ve garip bir yapım var. Yıllar geçiyor ama ben inatla ilerlemeyi reddediyorum. Damla evlenmek üzere ben daha ziyaret için bile sevgilimin yanına gidemiyorum. Ne büyük hayaller kurdun sen diyorum kendime. Kendi kendimi aşağılamak gibi bir özelliğimde var. Hep bundan bence herşey. Çift kişilikli gibiyim. Bir tarafta Efsun varken diğer tarafta bir başkası. Düşüncelerimde bile hep biri diğerinin tersi oluyor. Hep kavga ediyorum kendimle. Her zaman ama her zaman en çok ben hakaret ediyorum kendime. Nefret ediyorum kendimden bu kadar yetersiz olduğum, hayal ettiğim basit şeyleri bile gerçekleştiremeyecek kadar beceriksiz olduğum için.

7 Mart 2015 Cumartesi

Çirkin

Selam çirkin şey. Madem ruhumun yansımasıymışsın gibi anlatıyorum sana. Benim gibi çirkin olmalısın sende. Soslu mısırı bazen çok sevdiğimden bahsetmişmiydim? Ya da bazen kuruyemişleri. Bilmiyorum sanırım akşamları oyalanacak bir şeyler arıyorum. İki hafta kadar sırf çekirdek yemişliğimiz var. Bir süre Petito'nun getirdiği met helvasına dadanmıştım. Sonra gururum sanırım ağır bastı elimi bile sürmüyorum. Gurur kötü şey.

Yazmıyordum çünkü iyi hissetmiyordum. Kendimi diziye verip başka bir şey yapmayacak kadar. Melek patronumda en az benim kadar dengesiz. Bazen bana hakaret eden adam oluyor. Bazende kibarlık edip beni düşünen adam. Bazen konuşmaya çabalayan bazen yüzüme bile bakmayan. Yine de klasik patron işte. Sigortamı hala yapmadığı için devlete bir dünya genel sağlık sigortasından borcum oldu sayesinde.  Dün baktımda gecikme faizi de koyuyor mecburen ödeyeceğim yani. Böylece biriktirmeye çalıştığım birazcık paramı oraya vereceğim. Sonra bırakacağım birikim işini zira yapamıyorum. Olmuyor yani. Sürekli bir şey çıkıyor.

Patronuma isim bulmak isterdim ama o kadar uzun anlatacağımdan emin değilim ya da o kadar uzun o iş yerinde kalacağımdan. Çünkü fırsat bulduğum anda çıkacağım işten. Hemen çıkmama sebebim bir aylık işsizlik dönemimin bana fena koyması oldu. Onun için katlanıyorum. Neyse yanımızda bir çocuk daha çalışıyor. Yazık sabah benimle geliyor, akşam çoğu kez ben çıkarken bile arka tarafta hala çalışıyor oluyor. Hep çalışıyor ama. Asgari ücret bile vermiyormuş ona. Benden uzun süredir orada olmasına rağmen sigortasının olmayışından bahsetmeme gerek yok sanırım.

Göçebe olmak çok zor. Lise ve üniversitede sürekli ev ile yurt arasında gidip geldim. Hiç eşya birikimim olmuyor. Sürekli kayboluyor ya da bir yerde kalıyor ya da almıyorum. Çok az kıyafetim var ya. Fimlerde falan kızlar tribe girer ya giyecek hiç bir şeyim yok diye. İşte benim için gerçekten öyle.

Neyse bırakıyorum yazmayı. Anlaşılan tam toplayamışım kendimi. Bilgisayarımın kablosu yeniden bozuluyor sanırım. Yarın çıkıp kablo alacağım.

31 Ocak 2015 Cumartesi

Fark

Hangi tanrılar vermişse bana, sükrederim yenilmez ruhum için onlara...

Güzel dövme sözüydü bu bir arkadaşımda var. Şu sıralar dövmemin tasarımıyla uğraşıyorum. Bence güzelde olacak ya. Aynı sözü değiştirip "Hangi tanrılar çıkarmışsa seni karşıma, sükrederim bu aşk için onlara" diye değiştirebilirim de ya. Bakalım ne olacak göreceğiz.

Şubat ayının gelişi ile sevgililer günüde çok tatlı bir şekilde geldi. Bir taraftan saçma gelirken diğer taraftan boş geçmesini istemiyorum. Ne yapacağımı da bilmiyorum. Öyle en sapından kaldım işte ortada. Ne yapsak ki.

Büyük ablam geldi. Ayrı bir evde oluşumu idrak etmeye başladım gibi. Bir gece bana geldi kalmak için, bir abim ve diğer ablam, yengem ve onların çocukları da geldi. Benim tanıdığım annem ve onların anlattıkları o kadar farklı ki. Annem değişti mi gerçekten, yoksa bana hep özel davranıyordu da ben mi görmedim acaba. Eleştiri falan yaparken ablam hep korkuyla bana baktı. Sonra açıkladı ki anneme karşı fazla koruyucuymuşum ondan öyleymiş. Bunu açıkladıktan sonra çekildim tamamen köşeme sadece dinledim. Annemin anlattıkları yönünü ufaktan görüyordum. Ama dediğim gibi bana hep farklı davranıyorda olabilir. Öyle mi gerçekten bilmiyorum. Başta onları dinlerken oluşan sinirim kendini şüpheye bırakmadı değil. Ama sonra vazgeçtim. Annemi benim tanıdığım gibi seviyorum zaten. Bunu geçmişe bakarak değiştiremem. Dahası neden o şekilde davrandığını da biliyorken bence anneme haksızlık eden taraf onlar. Savunmaya geçtim yine değil mi. Yine de ben onlarla büyümedim. Annemle büyüdüm, onu tanıyıp ona güvendim...

O gece hep böyle geçmedi tabii. Şu çok korktuğum abime olan saygım mı desem korkumu sağlayan şeymi desem bilmiyorum o geçti gitti. Şöyle ki daha önce bir itiraf okumuştum,  gözlerinin önünde dayak yiyen sevgilisinin bir daha kendini koruyamayacağı düşünüyordu bir kadın. Tam olarak o haldeyim. Dışarıdaki adama laf geçiremeyen kişinin bana karışabileceğini nasıl düşünmüşüm ki. Gerçi aynı abim benim için daha yakın zamanda Efsun evlenmez, evlense de çocuk yapmaz, yaparsa da öldürür o çocuğu demiş kişi. Sözlerime bakarak beni bu kadar tanıyıp bunları söyleyebilmiş olması da etkilemişti yani. Diğer taraftan benim söylediği hiç bir şeye uymuyor oluşum var. Neticede bir kadınla evlenip onunla çocuk sahibi olmayı deli gibi istiyorum!

Son kısımdan işim iyi gidiyor. Bence yani. Patronum çok tatlı mesela. Bugün diğer günler gibi kahvaltı yapmadan işe gittim. Benim patronda tost yapıyordu öğlene doğru. Arada bir esince hazırlıyor kahvaltılık falan toplayıp herkesi yiyoruz. Daha doğrusu onlar yiyorlar. Çünkü ben başkalarının yanında yemek yiyemiyorum. Bugün sana da yapayım dedi, bende her zamanki gibi reddettim. Zaten öğlen oldu yemek yerim ben dedim. Tekrar içeri dönüp işimin başına geçtim. 5 dk sonra peşimden geldi, biliyorum yemeyeceğini söyledin ama baba yüreği işte dayanamıyorum dedi tost verip gitti. Bazen fena kızdırsam da onu sonrasında adam melek oluyor. Umarım hep böyle olur, zira değişirse kovar beni bence.

Bu yaz Damla'nın evlenme ihtimalinden bahsetmiştim. Bazen öyle konuşuyor ki kesin evlenecekler diyorum. Ama hala kesin olmadığı için net planlarda yapmıyorum. Bu olay işim konusunda da bir nevi engel oluyor gibi. Nasılsa bir kaç ay sonra çıkacağım gibi bir algı oluştu. Ne zaman oluştu onu bile bilmiyorum. Yok etme çabalarındayım şimdilik. Yine de işimi sevdim ya. Bazen çocukların yanına gidip tasarımdan fazlasını öğreniyorum. Bugün onların işine de el attım. Onlara çırak gibi oldum biraz. Ama cidden sevdim bu durumu. Bir gün iş yapmaya kalksam sanırım bunu yaparım bilmiyorum. 

Dur ya aklıma geldi de. Çok ilginç evlenme teklifi fikirleride lazım bana. Onlara da bakayım ben. Yukarıdan az biraz okudum da ne karışık yazmışım yine. Ben en iyisi işime döneyim. Sağlıcakla kal blog.

(Seni özledim.. Sabaha seninle uyanmayı, güne seninle başlamayı, uyanana kadar seni izlemeyi, uyandığın andaki gülümsemeni, bakışlarını, gülerken oluşan o kıvrımı. İstediğim zaman uzanıp öpebilmeyi özledim. Film izlerken bir şeyler atıştırmayı, bilgisayarın ekranından yansımanı izlemeyi. Yeni tarifler denemeyi, yemek yapmayı. Sımsıkı sarılmayı özledim, seni seviyorum demeden önce oluşan ifadeni özledim kadın...)

9 Ocak 2015 Cuma

Vekalet

İnsanlar daha saldırgan hale getirilebilir bence. Yeter ki yeterince uğraşın.

Muhteşem ailemin mükemmel büyükleri ve doğduğum şehrin müthiş tapucularının eserini(!) düzeltmek için bugün notere gittik. Yer karışıklığımız, sadece bir abimin olması gereken yerin hepimize tapulanması ile başladı. Çok üzerine düşmedik, nasılsa verirdik bir ara dedik. Sonra bahsi geçen büyüklerimiz(!) 21 yıl önce ölmüş olan babamın üzerine yer böldüler. Tapuyu da nasıl olduysa ona yaptılar. Böyle herşey birbirine geçti. Bizde bütün kardeşler olarak notere gidip sahip olduğumuz bütün yerleri istediği gibi alıp satabilsin diye annemin üzerine geçirdik. Tam olarak geçirmek değil tabii, bizim yerimize alıp satabilecek işte vekalet vermiş olduk. Bizim üzerimizdeki yeri alıp, hakkı olan abime geçirecek. Diğer babamdan geçme yerleride kendi üzerine alacak ki, işletme, destek gibi şeyleri olması gerektiği gibi alabilecek.

Bir de benim olan yerin satılması gibi bir şey vardı. İstediği zaman onu da yapabilecek. Garip hissetmiyorum desem yalan olur. Zaten düşündüğüm yoktu yerler meselesini. Hem minnacık yer ya, varlığı ile yokluğu fark ettirmiyor sonuçta. Yine de tarifsiz bir gariplik var işte. Boş hissettirdi sanki..

Şu saldırganlığa gelince. Aynı gün içinde farklı kişiler tarafından taciz edilmek kendi alanımda rekor kırdırtırken, bunun dokunularak yapılması ise ayrı bir konu. O... Çocuğu diye bağırdığım adamın pişkince sırıtması ile bütün sinirim içimde birikti. Aklımda bir sürü işkence hayali ile geçirdim günü. Yeterince gücüm olsa yapabileceğimi de cidden düşündüm hani...

Çok çeşitli hayallerin sonunda yeniden Tanrı ile kavgaya başladım. Neden onlara üstünlük(!) ya da haklar verdiği ile ilgili. Hiç cevap gelmedi, gelmezde zaten. Kendi kendime şe ettim işte. En son gittiğim uç nokta ise (dün Onedio'da okuduğum, ceninlerin kadın olarak geliştiği ve sonradan testesteronun etkisi ile erkekliğe dair şeylerin oluştuğu bilgisi) erkeklerin kadın, kadınlarında erkek olduğu şeyi vardı. Şöyle ki, dinde erkek diye bahsedilen gerçekte kadın, kadın diye bahsedilende erkekmiş gibi bir düşünce. Biliyorum fena uçtum. Sonra düşünmeyi bıraktım zaten. Bu konuları düşünmek bana göre değil. Fena uçucu bir şeyim. 

İşe geri döndüğümde de her şey beni bekliyormuş. Bildiğin iş birikmiş lan! ben ki saatlerce boş oturabilen insandım. Oturdum hepsini tek tek hazırladım, kaydettim. Baskı için hazırlayacaktım ki patron ölçü yerleştirme yapmamı istedi. Tekrar önceki işleri kaydedip onun için ilk kareyi açtım. Elektrikler kesildi! Şanslıymışım he. Tekrar baştan yapmam saatlerimi alırdı. Sonra yarım saatten fazla oturduk. Gelmeyince dükkanı kapatıp çıktık. İnşallah yarın çocuklar işe gelir. Yoksa o işleri bassam bile tamamlamam mümkün değil. Adamın teki yarına bekliyor birini. Neyse en azından sadece baskılar kaldı geriye.

1 Ocak 2015 Perşembe

Kürk mantolu madonna

Başlıktaki kişi tabii ki annem. Kürk değil de başka bir şey vardı üzerinde tüylü tüylü. Karşıdan gelirken aklımdan geçti, ben bunu başlık yaparım dedim kendi kendime.

Geçen yazıda bahsettiğim düğün vardı, kuzenimin. Gitmediğim hani. Bu hafta sonu da onun abisini nişanladık. Annem geldi bu kez. Bende ömrümde ilk kez bir nişana gitmiş oldum. Bir kaç düğün neyse de nişan ilk oldu. Bu olay bir yandan da akrabalarıma kendimi duyurma şeyim oldu. Hepsi böyle öğrendi yaklaşık iki aydır burada yaşadığımı. Hiç istemediğim bir bilgi. Zira gidip gelme olayları olmasın bence. Hele ki işimde bir günüm tatilken sadece, hiç istemiyorum.

Nişana gelince garip hissettirdi yine. Hem ilk oluşu hem de ailem. Karmaşık aile ilişkilerim var zaten. Bu nişanda da bir yandan mutlu hissederken diğer taraftan hala uzak durmak istedim. Kabul kendimi ben bile anlamıyorum. Cidden anlamıyorum yani. Ama çocukken en sevdiğim iki teyzemi görünce yumuşadım sanırım biraz. Bitanesi özellikle kendimi özel hissettirirdi. Hiç bir şey değişmemiş ya. Sarılırken bile farklılar... İşte bu yakın olmam gerektiğini şe ettirirken diğer iki teyzemi ömrümde bir kaç kez görmüş olmam çok yabancı hissettirdi. Bir kuzenim vardı onu görmeyi özellikle istememe rağmen gelmemişti bak. Ona üzüldüm yani... Son olarak abimden de azarı yedim. Hala benimle iş kurma planları var yenilerini de ben ekledim şu anki işimden dolayı. 

Bunlar geçen hafta sonu oldu işte. Yılbaşında ise Damla'nın ailesinin büyük kısmı buradaydı. Bir süre bizim evde oturduktan sonra yukarı çıktılar. Üst katımızda teyzesinin evi de. Bana da söyledi gel diye. Başta bir süre gitmeyi düşündüm. Sonra vazgeçtim. Önce kaloriferin sıcaklığını bırakamadım. Sonra yalnızlığım bunaltınca odama gidip yattım. Bir ara aşağıya uğrayıp tekrar çağırsalar da uyuyacağımı söyleyip gitmedim. 

O sırada Okyanus'ta kendi partisindeydi. Pek fazla rahatsız etmek istemiyordum. Kuzenleri falan vardı sonuçta. Soru sormaya başlarlarsa ona sıkıntı olurdu. Hem eğlenmesi de lazımdı sonuçta. Bana mesaj yazarak çok şe etmesin istedim. Bundan dolayı kendimi 9:30 gibi yatakta buldum. Sanırım 10 gibi falan uyumuştum tam bilmiyorum. Bu tabii ki uyuyarak geçirdiğim ilk yılbaşı değildi. Sonuncu olacağını da sanmıyorum. Gece 4 gibi uyandım bak bir ara. Kıskançlıktan bir süre uyuyamasam da sonra tekrar daldım. Zor da olsa günün geri kalanında içimdeki kıskanç canavarı dizginledim.

Yeni yılda şunu yapacağım bunu yapacağım diye küçük küçük şeyler düşündüğüm çok oldu ama sanırım ilk defa daha ciddi (tabii ki yine de küçük) kararlar aldım. 20'li yaşlar ne kadar zor ya. Bir yandan büyümeye sorumluluk almaya çalışıyorsun. Diğer taraftan hiç bir şey bilmiyorsun. Korkudan ölüyorum çoğu zaman iş yerinde. Patronum benden büyük şeyler bekliyor. Yaptığım şeylerde o kadar pahalı ki yaptığım tek yanlış hiç düşünmeden maaşımı elimden alabilir. Gerçi henüz maaşımı bilmiyorum. Çünkü tam konuşmadık. Hem hala kesin mi değil mi onu bile bilmiyorum.

Öyle işte blog. Benim istediğim şeyler genellikle olmayabiliyor. Ama umarım herkesi mutlu eden şeyler olur insanların hayatında...