20 Aralık 2016 Salı

Aşk

Sana hiç O'nu anlattım mı blog? Okyanus'u? Nasıl sabahları kokusuyla uyanıp güne mutlu başladığımı... Şu değişen saat uygulamasında karanlık sabahlarımı aydınlattığını?

İşte huzur bu diyeceğim kadar çok sarılıyorum ona. Zira yazın değil sarılmak yanında bile duramıyordum. O ne biçim cehennem sıcağıdır ya. O ne nalet ne sinir bir şeydi öyle. Ama şimdi öyle mi? Havalarda azıcık soğukken sıcaklığına sığınmak gibisi yok. Öyle tatlı uyuyorum ki bir süredir. Ciddi ciddi huzur bu diyorum ya. İnsan daha ne ister ki?

Aynı evde yaşamakta çok güzel mesela. Yanında rahat olmak. Mesela ben hiç kahkaha ile gülmemişim şimdiye kadar. Onunla o kadar çok gülüyoruz ki, şimdiye kadar eksik kaldığımı fark etmemişim bile. Bunun gibi daha bir sürü küçük şey var hep ıskalamışım dediğim... O'nunla olmadan hiç fark etmemişim bunları.

Her sabah iyi ki varsın diyorum güne başlarken... İyi ki geldin hayatıma... İyi ki buldun beni, sayende her şey güzel şimdi...

9 Kasım 2016 Çarşamba

İyi o zaman blog yaz.

-Şimdi senin hiç işin yok mu?
- Hayır tamamen boşum.
- İyi o zaman blog yaz.

Dumur olunan anları sorsalar doğruca bunu yazarım. Haftalardır eve iş getiriyorum. Kendi çalıştığım yerden değil dışardan aldığım işler. Haliyle gündüzlerim kadar akşamlarım da yorucu ve yoğun oluyor. Doğum gününün ertesi gününe yazmaya söz vermiştim, tutamadım. Olsun gol güzel yerden geldi.

Doğum günü geldi geçti böylece. Planlama kısmına haftalar önce başlayıp neticelendirmeye ise daha kısa zamanda kavuştum. Önceleri ufak ufak para aşırıp saklıyordum ama yakalandım. O da doğum günü için şe ettiğimi öğrenmiş oldu. Sanırım karşısında hiç kızarmamıştım. Sonrasında paranın olduğu yerden uzak durmasını söyledim. Madem bir şeyler karıştırdığımı biliyordu hediyelerini de iş yerinde bıraktığımı söyledim. Bıraktım mı? Tabii ki hayır! çekmecemde çikolata bile durmuyor onlar nasıl dursun. En başta düzleştirici ve maşa tarzı şeyler bakıyordum. Sonra fiyat hesabı yaparken ben bu parayla bir sürü şey yaparım bunun yerine deyip vazgeçtim. Ufak ufak ama mutlu edeceğine inandığım şeylerin peşine düştüm.

En başta likör var. Okyanus kahve hastası biri olarak kahve likörü baktım. Hiç bir yer satmıyor! En son sayısal loto falan oynamak için sık sık gittiğim bir yer vardı oraya sordum getirtebileceğini söyledi. Katalogta adı yazıyordu ama ne likörü olduğu yazmıyordu. Kahve likörü ise mutlaka getirin bunu dedim o da tamam dedi. Bir hafta sonra geldi de. Hiç okumadan alıp eve getirdiğim şey kremalı bir likör çıktı! Nasıl panik yaptığımı anlatamam. Okyanus o haftasonu ailesinin yanına gitmişti, iki günde nasıl yenisini bulurum diye interneti alt üst ederken bir video buldum. Herkes bu kremalı şeyin kahve ile çok güzel olduğunu yazmış. Bizde de filtre kahve yapan bir makine olduğuna göre böyle kurtarırım ben bu durumu deyip likörü karanlık odaya sakladım.

Kestiremediğim ufak olay ise evde makinede yapılacak türden kahve olmayışıydı. Çözünebilir bir kahve ile de onu mahvetmek istemiyordum. Burada Okyanus'un kardeşine yalvarmış olabilirim. Zira nalet olsun diyeceğim bu minnak şehirde şu meşhur kahve zincirlerinden yok. Başka bir tane var onlarda da filtre kahve yok. Neyseki kardeşi getirip eve gizlice sakladı. Yani normalde gizli olan kısım dolabım. Bırakmış işte ne güzel. Buradaki şansım Okyanus'un odamıza pek gitmemiş olmasıydı. Yoksa kokusundan bulurdu o onu. Bulduysa da çaktırmadı bir şey.


Doğum günü çocuğuna pasta almamak olmaz. Yine Okyanus'un kardeşinin yardımlarıyla buranın en iyi pastanesi neresidir öğrendim. Bir hafta önceden öyle bir sipariş veren eminim yoktur. 4 Kişilik yerine 2 kişilik pasta yapsalar her gün gidip pasta alacağım kadar sevdim orayı.

Asıl hediyem ise panduf. Basit dimi? hemde çok. Ama küçük ve ihtiyacına göre olsun istedim. Gerçi onu bulmakta bile zorlandım! İnternette bile yoktu ya. Kış bir tek bize mi geldi anlamıyorum ki. Sonunda seveceği şeyi yine mağazaları dolanarak buldum ama zordu yani bu da. Şimdi Panduf kutusunda ona aldığımız yatağı beğenmeyen Duman paşa yaşıyor.

Likör konusunda değinmek istediğim bir konu var. Lan ne nalet bir şans ya. Benim zorla getirttiğim likörü hiç beklemediğim bir süper marketin (yok canım migros falan değil bayağı yerel) rafında hemde yanımda Okyanus varken gördüm. Hemde daha ucuza! Yüreğime indi resmen, içime öküz oturdu sanki. Lan ben bilsem o kadar uğraşır mıydım ya. Parasında değilim de bulamamak var ya. İşte o hep yanlış anlaşılmadan. Bu likör getirmeyen adam demişti ki son kullanma tarihi çok yakın bunun ondan getirmiyoruz. Şişenin üzerinde açıldıktan sonra 24 ay içinde tüketin diyor ya! Tamam son kullanma tarihi öyle asırlarca değil ama uzun işte ne demek yakın! Manyak adam. Yıldönümünde de böyle vazgeçirmişti beni.

Huh. Neyse Muhteşemdi doğum günü. Yani umarım. Bence mutlu oldu ya. İnşallah... 

İyi ki doğdun meleğim...

2 Ekim 2016 Pazar

Ben şimdi ne diyeyim ki sana

Evet uzun zamandır haber vermedim ama kedimizi aldık! evet bir kedimiz var. Bir süredir var. Son yazdığım hafta gelmişti bize. Ondan sonra çok fazla şey yazamadım. Yazmak istemedim. Bir süre erteledim. Sonrada salakça bir yoğunluğa girdim. Sırayla başlayalım ama Duman'dan.

Evet klasik olarak gri bir kedi ve adını da Duman koymuş önceki sahibi. Bir süre yeni isim düşünsekte bulamadık ve o süre içinde çoktan alışmıştık adına. Adı Duman kaldı. İlk olarak onu Okyanus'un annesinin evine almaya gittik. Evde biraz bizden kaçıyordu ama kendi haline bırakınca bayağı oyuncu oldu. Gece boyunca biraz uyuyamadık gibi bir şey. Ertesi gün kendi evimize gelmek için otogara geldik ve ben büyük konuşmamın cezasını ödedim. Hayatta bagaja vermem dediğim kedimizi bagaja koydular bende lafını yemiş biri olarak yol boyunca camdan onu gözetledim. Biraz da birinin onu almasından korkuyordum. Geldiği gibi eve uğramadan veterinere gittik. Başında yaralar vardı ve hiç bir aşısı yapılmamıştı(!) biz en azından bir kaç aşısı var diye biliyorduk ama bayağı yoktu işte. Önce parazitler yaptırılmalıydı. Tırnakları kesildi ve iç parazit yapıldı. Biz bu arada dış parazit yapıldı diye biliyorduk ama yapılmamış sonra geleceğiz buna. Başındaki yaralar için hunisi takıldı ve sanırım onu depresyona soktuk. Yapmak istediği şeylere hep engel olan bir huni vardı başında. Sanırım orada bizden nefret etti. Bir iki gün sonra ise pirelerinin varlığını fark edip dış parazitin unutulduğunu anladık! Apar topar doğruca veterinere gidip biraz parladıktan(!) sonra dış parazit yapıldı. Bayağı unutmuş yani yapmayı. O gece sanırım hayatımızda en uzun gecelerden biriydi. Duman sürekli kaşınıyor ve uyumuyordu, uyutmuyordu. Onun öyle acı çektiğini gördükten sonra kıza ve veterinere epeyce sövdüm. Çünkü rahat rahat kaşınmasını önleyen bir huni vardı ve kendini yaladığını sanarak sürekli o plastiği yalıyor ve kaşıyordu. En son hatırladığım anda kedinin kendini kaşımaya çalıştığı yerlerini kaşıyordum. Böylece biraz rahat uyudu. Ertesi gün neredeyse bütün kaşıntısı geçmişti ve yerler dökülen pirelerle doluydu. Burada Okyanus'u çok yalnız bıraktım yani resmen hiç bir şeye yardım edemedim ya. O tek başına bütün evi temizleyip Duman'la ilgilendi. Bende salak salak işe gidip geldim.

Duman'dan bahsedecek olursam çok tatlı bir kedi. Sanırım artık 5 Aylık olmak üzere. Bize bayağı yakınlaştı ve kendini sevdirmeye başladı. Alıştığım kedi türleri gibi değil. Yani şimdiye kadar gördüğüm bütün kediler kucak delisi ve kendini sevdirirdi bu öyle değil. O canı isteyince geliyor gidiyor. Kucağımda en fazla bir dakika kalıyor ve uzun süre sevemiyorduk. Şimdi uykuluyken sevebiliyoruz. Bize yakın olmaya bayılıyor ama. Mutfağa gidiyorsam hemen geliyor yanımda duruyor. Ya da arka odaya da. Her yerde yakın olmak istiyor ama temas istemiyor. Dar alanları bayağı seviyor. Koltuğumuzun arkasında uyuyordu genelde bugün ise bütün gün bizim yatağımızda uyudu. Sanırım kış geldi. Oyun oynamayı oldukça seviyor ona ait büyük ve bolca hışırtı çıkaran poşetleri var onlarla oynatıyoruz genelde çünkü oyuncağı pek fazla yok. Tırmalama tahtası ise oldukça lazım. Her yerde tırnaklarını şe ediyor çünkü.

Onun sorumluluğunu almak ise çok ayrı bir olay. Okyanus bu konuda benden daha iyi. Özellikle devamlı kedi ve çocuk isteyen ben iken o daha iyi bir anne oldu. Ne var yani o da bizim yavrumuz gibi. Ben çizginin kötü tarafındayım daha çok. Yine de Okyanus'u onunla ilgilenirken görmek çok güzel. Kuşumuza gelince Duman meraklı bir şekilde etrafında dönüp duruyor. Biz evde değilken yalnız bırakmıyoruz onları. Kuş çoğunlukla başka odada kalıyor ve onu da özlediğimi fark ediyorum.

Hayatımın diğer kısmı yani işimde durumlar pek iyi değil. Önce dışardan bir iş aldım. Sürekli iş yerime gelen bir abi vardı. Ufak tefek işlerini hallediyordum. Bir akşam iş çıkışı kendi dükkanına çağırdı ve bir site işi olduğunu yapıp yapamayacağımı sordu tamam dedim yaparım. Sistem oldukça basit aslında. Şablon sistemi olan bir sağlayıcıdan alıp sadece içeriği dolduruyorsun. Blogspot gibi işte. Genel tasarım seçip eklemeler yapıyorsun. O daha çok alışveriş sitesi gibi. İş hayatım böyle yoğunlaşmaya başladı. Her akşam evde o sitenin tasarım ve ayarlarını yapıyordum. Gece 2 gibi uyuyup sabah 7'de kalkıp işe gidiyordum. Sonra iş yerime istemeye istemeye almak zorunda kaldığımız bir iş ise büsbütün her şeyi yoğunlaştırdı. Gece gündüz işkolik gibi oldum. 

Sitenin büyük kısmı bitti ufak ayarları kaldı ama şuan gerçek işimdeki şey deli gibi stes altında bırakıyor beni. Gün nerede başlayıp nerede bitiyor hiç anlamıyorum. Bu iş yüzünden iş yerine gelen diğer müşteri ve işlerle ilgilenemiyorum. Kadın olan patronum işe gelip gitsede çok yardımcı olamıyor. Bebek varken zor tabii ama gerçekten yardıma ihtiyacım var. Bu gelen iş çok ağır ve sürekli eklemeler geliyor. Yani bir şey yapıp ona yoğunlaşamıyorum sürekli ekleme geliyor. Bir taraftan davetiye hazırlıyorsam öbür taraftan afişlerini, programlarını ve her şeyini hazırlıyorum. Her bir ürün için vakit kısıtlı. Artık beynim durmuş halde. Beş saniye önce ne yaptığımı ne söyleyeceğimi unutur hale geldim. Devamlı bir gerginlik var üzerimde bir şeye patlamak üzereyim. Her şeye yetişmeye çalışırken hiç bir şey yapamıyorum. Aklım özellikle çok dağınık. Liste yapmaya çalışıyorum ona göre gideyim işte diye ama o bile kafamı toplamama yetmiyor. Ve hata yaptım. Bir şeyin baskısında yanlış gönderdim. 

Evet önemli bir ayrıntı. Kovdurmaz beni belki çünkü tek personelleri benim ve her şeyin yönetimi bende. Özellikle bu iş bitmeden yapamazlar. Ama maaşımdan kesmeye kalkabilir. Bu durumda sanırım kavga edeceğim böyle bir şey yapmaya kalkarsa. Aklımdan geçen bu. Çünkü biliyorsun zaten maaşımı eksik veriyor. Bu iş temposunda çalıştığım için bu ay bir miktar fazla verecekmiş maaşımı ama o bile asgari ücrete çıkarmıyor beni ve bu iş için gelecek olan toplar gelir miktarını gördüğümde (masraflar çıktıktan sonra bile çok çok önemli bir miktar) bana verdiği o ufak bir fark bile hiç bir şey ya. Kendimi haksızlığa uğramış gibi hissediyorum. Evet bu hiç için çok geç kaldım. Ve hala salak gibi pısırığın tekiyim. Korkağım ya. Konuşamıyorum kendi hakkım olanı isteyemiyorum. Cesaretimi, güvenimi yitirmiş gibiyim.

Bu son yoğunluk sayesinde Okyanus'la da ilgilenemiyorum. Gereksiz yere ona kızıyormuşum gibi hissediyorum. Kızdırıyormuşum gibi ya da kırıyormuşum gibi. Duygularım ve aklım o kadar salak bir durumdaki kendimi yatağa atmak ve bir daha çıkmamak istiyorum. Genel bir bıkkınlık var üzerimde. Hiç bir şey yapasım yok. Evde kalmak ve bütün günü Okyanus ile geçirmek istiyorum hiç bir şey düşünmeden...

25 Ağustos 2016 Perşembe

Gel pisi pisi

Evet belirgin duyguları hissettiğimde daha çok yazmak istediğim doğrudur. Bunlardan ilki iş yerimle alakalı, Kadın olan patronum doğum iznine çıktığından beri dükkanı ben idare ediyorum. Yani her şeyi ile ilgileniyorum. Yetmiyor bunların pazar/ev alışverişlerini de yapıyorum. Çocuğu da kursa bırakıp alıyorum. İşte her şeylerini yapmak böyle bir şey. Buna rağmen hala asgari ücrete çıkamamış olduğum da doğrudur. Bunların da üzerine kesinlikle onların eşyalarına dokunmam, kasadan para almam. Simit bile alacaksam dokunmam o bozuk paralara. Ama markete gitmem gerektiğinde, ufak bir şey almam gerektiğinde kendi cebimden verdiğim doğrudur. Böyle de salağım işte. Son zamanlarda kitap baskısı yapacağız. Kapak tasarımını da ben yaptım. İç dizgiyle uğraşırken fark ettim ki içeride kapak tasarımını yapan kişinin adı yazıyor. Bir iki kitaba daha baktım hep şahıs ismi. Benim işte bu ya! Nasıl sevindim ama. Benim işimin kötü tarafı bu. Bir şey yapıyorum ve sokaklarda dükkanlarda her yerde görüyorum onu ama kimse benim yaptığımı bilmiyor. Bu yaptığım ilk kapak değil tamam ama ilkinde başkasının adına yapmıştım ve iç dizgiyi hiç görmedim ben. Neyse buna da yazdım kendi adımı. İlk defa bir şeyi benim yaptığım bilinecek diye de kendi çapımda sevindim. Basım yeri olarakta şuan çalıştığım firmayı yazıp onay için doğum izninde olan patronuma fotoğrafını çekip attım. Kapak tasarımı da ......... olarak düzenler misin demiş. Çalıştığım yerin adına işte. Nasıl bozuldum ama oturup ağlayacaktım ya. Tam yemek izninde yazdı bir de. Evdeyim yanımda Okyanus. Tamam önemsiz bir şey sadece isim sonuçta. Ama bu hafta boyunca her akşam bu salak iş yeri için geç çıkmışım ben. Bütün dükkanı da ben idare edip her işin peşinden ben koştururken sadece bir yerde benim adım yazsa ne olurdu ki? Nasıl kırıldığımı tarif edemem yani. Buna rağmen o akşam yine geç çıktım işten ama bu da son olsun dedim. Bir daha işi kendimden önce tutmam. He bu sözümü tutabilir miyim bilmiyorum ama bu davranışı içimde bir şeyleri kırdı.

Birde deli gib kedi seven biriyim ben. Okyanus'un kardeşinin arkadaşının ablasının arkadaşı, bir kedi sahiplendirmek istiyormuş. Evet çok dıdısının dıdısı oldu dimi? Neyse. Okyanus kedilere pek sıcak değildi eskiden. Onun sevmeye başlamasından sonrada biz muhabbet kuşumuzu sahiplenince (bahsettim mi bilmiyorum Okyanus'un annesinindi bize geldi) kedi düşüncesini epey uzun zaman için rafa kaldırdık. Ben her video izlediğimizde falan kedi istiyorum diye Okyanus'a yalvardığımdan olsa gerek -Burada hatalıyım biliyorum- o kendini çok kötü hissetmiş. Bu dıdının dıdısı olayını öğrenince de hemen bana sordu. Direk atlamadım tabii olaya, kedi bakmayı oldukça masraflı olur diye düşünüyordum. Başta olmaz dedim. Sonradan da tamam dedik ve dün akşamdan beri kedi hayalleri kuruyoruz. İsmini düşünüp, mama kabını kumunu koyacağımız yere kadar hayal kurduk resmen. Bugün taşıma çantası, mama vs almak için veterinerle bile konuştum. Amma velakin tamda bugün sahibi kediyi satsam mı diye düşünmeye başlamış. Şimdi nihai kararını bekliyoruz. Kedinin cinsi scottish fold. Hiç kedi alamayız düşüncesinden bir anda kedi almak istememizin sebebi sadece bu cins oluşu, çünkü kuşumuzu da çok seviyoruz (isim takıcam ona evet) ve ona zarar vermeyecek bir kedi türü varsa o da budur diyerek oluşan bir heves yani bu. Hayvanları para ile alma taraftarı değilim kesinlikle, yani pet shopa gidipte para vermem yada şuan sahiplendirecek kişi satacağım bunu derse vermem çünkü bu durumu oldukça yanlış buluyorum. He yaptırdığı aşı parasını isterse bir şey diyemem bak. Neyse ya. Bu bekleyiş insanı biraz çıldırtıyor. Evet sana şuan aklımdan bu konuyu atamadığım için yazıyorum. Çünkü işe odaklanamıyorum. Neyse az daha bekleyip veterinerle konuşayım bari almaycağız diye. Sonra da kedi sahiplendiren falan varsa onlara bakayım...

23 Ağustos 2016 Salı

Milyon kere Okyanus

Ben bir Ayten'dir tutturmuşum
Oh ne iyi
Ayten'li içkiler içip
Sarhoş oluyorum ne güzel
Hoşuma gitmiyorsa rengi denizlerin
Biraz Ayten sürüyorum güzelleşiyor
Şarkılar söylüyorum Şiirler yazıyorum
Ayten üstüne
Saatim her zaman Ayten'e beş var
Ya da Ayten'i beş geçiyor
Ne yana baksam gördüğüm o
Gözümü yumsam aklımdan Ayten geçiyor
Bana sorarsanız mevsimlerden Aytendeyiz
Günlerden Aytenertesidir
Odur gün gün beni yaşatan
Onun kokusu sarmıştır sokakları
Onun gözleridir şafakta gördüğüm
Akşam kızıllığında onun dudakları
Başka kadını övmeyin yanımda gücenirim
Ayten'i övecekseniz ne ala, oturabilirsiniz
Bir kadehte sizinle içeriz Ayten'li İki laf ederiz
Onu siz de seversiniz benim gibi
Ama yağma yok
Ayten'i size bırakmam
Alın tek kat elbisemi size vereyim
Cebimde bir on liram var
Onu da alın gerekirse
Ben Ayten'i düşünürüm, üşümem
Üç kere adını tekrarlarım, karnım doyar
Parasızlık da bir şey mi
Ölüm bile kötü değil
Aytensizlik kadar
Ona uğramayan gemiler batsın
Ondan geçmeyen trenler devrilsin
Onu sevmeyen yürek taş kesilsin
Kapansın onu görmeyen gözler
Onu övmeyen diller kurusun
İki kere iki dört elde var Ayten
Bundan böyle dünyada
Aşkın adı Ayten olsun

-Ümit Yaşar Oğuzcan


Bir şiir yazsam ben bunun gibi bir şey olurdu. Aklıma gelen bütün kelimelerin yerini Okyanus alıyor zaten. Hoş akılda bırakmıyor ki düşüneyim ondan başka şeyleri...

10 Ağustos 2016 Çarşamba

Zubatmon

Söz verdim başlığı yapmasam olmazdı. Ki başlıktan da anlaşılacağı üzere pokemon oynuyorum. Puzzle yapıyorum ve film izliyorum. He bir de nefret ede ede işe gidiyorum. Nefretimin asıl kaynağı biraz da patronum. Çünkü maaş olarak hala asgari ücrete çıkamadım ve bugün yarın taşınacağım zaten diye bu konuyu konuşmaya da açamıyorum. Çünkü aptal vicdanım zamdan sonra işten çıkmaya el vermeyecek. Tabii birde içten içe reddedilmekten ya da tepki almaktan da korkuyorum. Yine de sinir bozucu. Bu yılın başından beri bana ödeyeceği miktar ile bir köpek aldı adam. Gerçi öldü köpek ve o zaman suçluluk hissettim acaba benim yüzümden mi böyle oldu diye. Şimdi de birine rüşvet olarak alacağı hediyeyi seçmem gerekiyor. Evet o da yıl başından beri bana ödeyebileceği miktara denk gelen bir hediye!

Huh. Tamam daha fazla şikayet yok. Taşındığımda hepsi geçip gidecek. Ayrıca yeni hedeflerim var. Yok canım benden memur olmaz ya. Puanım yerlerde sürünüyor ve 4-5 yılda alacakları bir iki tane eleman oluyor benim gibi. Onu da ben bi tarafımı yırtsam tutturamam. Yazılım alanının üzerine düşmek istiyorum. Sevdiğim ve yapabileceğime inandığım bir şey ama kurs almam lazım. Netten öğrenmek tam olarak bana yetmiyor. Öyle işte. Bundan bi 8-10 yıl sonrasında yurt dışına çıkmak gibi bir şey olursa orada da iş bulabilmem lazım.

Hayatımın başka kısımlarında öyle çokta bir fark yok her şey aynı sanırım. Bir tek fındık toplamaya gidemedim bu yıl. En çok gitmem gereken zaman olduğu halde. Annem kolunu kırdığı için ve yardım edebilecek kimse olmadığı için. Patronumdan izin almayı denemedim değil ama sağolsun kendisi bana cevap verme tenezzülünde dahi bulunmadı. Hala bir umut bekliyorum cevap versin diye. Yine de dürüst olmam gerekirse bir taraftan hiç istemiyorum gitmek ama diğer taraftan gitmem gerek kimse yok. Ve bazen işten çıkıp gidebilmeyi istemiyor değilim. İçimde kalan herşeyi söyledikten sonra vurup kapıyı çıkmayı işte. Evet çok hayal kuruyorum.

Okyanus ile herşey mükemmel demiş miydim? Her akşam eve döneceğim diye acayip mutlu oluyorum ya. Öğlenleri onu görebilmek için de yemeği evde yemeye başladım. Baya baya her şeyim oldu benim. En çokta huzurum. İstediğim an sarılabilmek çok güzel, mutfaktayken gelir bir anda sarılması da öyle. Sabahları usulca açtığı gözlerini görmekte. Onunla her şey güzel derken abartmıyorum yani. Gerçekten öyle. Ve herkesin dediği cicim ayı olayı da külliyen yalan. Bana göre yani. Daha rahat oluyor insan ama bizde bunun etkisi daha çok gülmek oldu. Hayatım onunla her yönden değişti ve güzelleşti. Bundan beş yıl sonra da on yıl sonra da böyle olacağımızı biliyorum. Seviyorum işte!!

Bugün doğum günü muhabbetine çok girmeyeceğim ama iyi ki doğdum bence! Okyanus'ta iyi ki doğmuş mesela. Anneme (annesine) teşekkür edeyim ben bi...

Mutlu kal blog...

Beyaz atlı prensesim...* :)

17 Nisan 2016 Pazar

Hayat boyu proje

Uzun zamandır yazmayışımın tabii ki bir sebebi var. Ve henüz ne olduğunu bulamadım. Konuyu toplayamamak ya da ne yazacağımı bilmemekten çok üşenmek gibi bu ya. Bir kez başladığım zaman devamı geliyor ama o başlangıç çok önemli. Bugün yazma sebebim ise tabii ki açıköğretim sınavları. Sende sınava çalışmaktansa kaçma bahanemsin.

İlk konu Okyanus ile az önce konuştuğumuz bir şey. Hayatları yarıştırmak. Yani kocaman düğünler yapmaya ya da binlerce lira harcamaya gerek varmı? zaten 40.000 civarı bir düğüne veriyorsun. Gelin ve damat hariç herkes iki saat eğleniyor falan. Sonra geçti gitti. Hadi sana da geçmiş olsun. Bunun yerine ufak çapta bir nikah töreni ayarla. Sonrasında gidip mini bir kafeye oturun. Yakınlarınla sohbetli müzikli bir ortamda konuş, eğlen. Rahat ol. Kim gelmiş kim gitmiş derdi olmadan samimi olduğun insanlarla ol. Gerçekten mutlu ol yani. Düğün yapan ya da bunlarla uğraşan insanlar mutsuz demiyorum ama bunlar bana gereksiz geliyor. O para ile evlenen çiftin ev masrafları giderilebilir. 10.000 TL civarında bir düğün salonu. Sadece salon lan. Çiftin ailesi zaten hiç eğlenmiyor, sırf stres kaynağı. Ne gerek var. O paraya bütün ev eşyalarını alır gül gibi oturursun. Elalem eğlenecek diye çırpınmak. Adet, gelenek, görenek falan değil bu. Elalem yaptı bizde yapmalıyız yarışı.

Diğer yarış konumuz ise bebekler. Doğumunda, 6 ay kınasında, 1 yaşında (bu doğum günüdür anlarım) diş çıkardığında. Utanmasalar tuvaletini yaptığında parti düzenleyip millete hediyeler dağıtacaklar. Bununla ilgili kocaman sektör oluştu ya. Reklamcı olarak bu sektör bize de vuruyor. Kimsenin okumayacağı kağıtlara, bebeğin ve acılı annenin (doğum atlatmış kadın!) umurunda olmayacağı "hayatımıza hoşgeldin x" notları yazıp yapıştırıyoruz. Kadın zaten doğum gibi bir şey çekecek. Birde üzerine bu yük bindiriliyor.

Doğum yapan kadını zaten ellemeyin. Ziyarete gidince 1 saatten fazla kalmayın mesela. Hizmet etmesini, yemekleri ve ikramları da beklemeyin. Bebeğin sağlıklı, annenin iyi olduğunu görün ve gidin. He çok yardımım dokunsun diyorsanız bulaşıklarını yıkayıp yemek yapın kadına. Biraz toz alın etraftan. Sonra toz olun. Yazık çünkü o durumdaki kadından yemek, temizlik ve hizmet bekleyen erkekler(!) var.

Bunlarda sinir olduğum diğer konu. Hizmet bekleyen erkekler. Kadın iki çocuk bakıyor (neden çocuklara kadın bakıyor?!), evi temizliyor, yemek yapıyor, dükkanı işletip müşterilerle ilgileniyor, gelene gidene, maliyete, eksiğe bakıyor. Üstüne dükkan temizliği ve bakımı da kadına ait. Böyle bir sistemin içinde kadın hala adama harcayacağı paranın hesabını verip harçlık istiyor. Gereksiz(!) bir şey alamıyor. Bağırılıp, sövülüyor, aşağılanıyor. Lan o kadın olmasa dükkanda tek bir şey işlemez! cidden işlemez. Biliyorum çünkü bu benim iş hayatım. Bu din ve ataerkil sistem en çok erkeklere yaramış gibi duruyor değil mi? Evet özgürlük bakımından falan çok güzel ama bence erkek açısından da durum çok parlak değil.

Bu sistem içinde erkek hiç mutfağa girmiyor, temizlik yapmıyor, kıyafetlerini başkaları alıp maliyetini başkaları yapıyor. Hesabını başkaları tutuyor. Kaynanalar gelinleri birazda bundan sevmiyor bence. Erkeğin herşeyi(!) karısı oluyor. Çünkü bütün ihtiyaçları için karısına ihtiyacı var. İşte benim parlak görmediğim kısım bu. Karısı olmasa erkek aç, kıyafetleri kirli, evi b.k götürüyor, çocuklar bakımsız, beslenme doğru düzgün değil ve dışardan. Bir erkeğe ya da daha doğrusu bir insana yapılacak en büyük kötülüklerden biri bu. Kendi ihtiyaçlarını göremeyecek şekilde yetiştiriyorsun sen çocuğu. Çünkü ihtiyacı olan şeyi kendi yapsa kılıbık etiketini yaıştıran bir sistem var. Hangi aile çocuğunu bu şekilde yetiştirebiliyor anlayamıyorum. Çocuğun için ona yapabileceğin en büyük şey tam anlamıyla kendi ayakları üzerinde durmasını sağlamak olabilir. Ya da bir gün çocuğum olursa benim yapacağım şey bu olacak. Gerektiğinde bana bile ihtiyaç duymadan herşeyi yapabilen güçlü bir birey olmalı.

Bir mesele de çocukları kadının yetiştirmesi ya da çocuk kötü bir şey yapınca annenin eğitememiş söylemlerine maruz kalması. Burada yola çıktığım konu kendi yeğenlerim, sülalem ve çevrem. Yengemi ben biliyorum küfür ettirmedi çocuğuna. Saçma sapan çizgi filmler izletmemeye çalıştı beslenmesidir yürümesidir herşeyine dikkat etti. Oysa bayram ortamında ona küfür öğreten grup babası ve diğer kuzenlerimdi. Sigara verenlerde onlar. Merdivenden çıkmaya çalışan çocuğu tek kolundan kaldırıp (çıkık olsa sallamayacak olan) diğer erkek kuzenimdi. Erkek(!) oğluna adam, asker gibi şeyler yapıştıran, sünnetten sonra artık adam oldu diyen. Öncesinde erkek çocuğun erkekliğini kabul etmeyende yine benim pek mükemmel erkek kuzenlerim ve amcalarımdı. Kız ve erkek kardeş kavga ettiklerinde daima erkeği savunan, o çıkar sen çıkamazsın yapamazsın vs diyende yine onlar. Torpil ya da kız kaçıran(!) maddesini aldırıp kız çocuklarına attıranda onlar. Kız olan çocuklara temizliği yaptırıp hizmet bekleyenler yine erkeklerin grubuydu. Erkek çocuğun sokaklarda gezdiği ortamda kızın evde oturup hizmet etmesini bekleyenlerde. Bu erkek(!) çocuktan büyüdüğünde tam olarak ne olmasını bekliyorlar anlamıyorum. Küfür etmeyi, sigara içmeyi, alkolü sen öğretiyorsun. Ders çalıştırma istemin gidip yardımcı olmaktan çok çalışmazsan döverim tadında. İnsanlığa dair tek bir şeyde öğretememişsin. Çocuk daha liseye gelmeden sigara içip alkol hatta uyuşturucu kullanıp sokakta orada burada kadınları taciz edip tecavüz ettiğinde de kimse kusura bakmasın ben sadece anneye suç bulmuyorum. Şu yukarıda saydığım durumlarda ne kadar karşı çıkıp savaşırsam savaşayım ADAM dedikleri oğullarını yücelttikten sonra anne buna bir şey yapamaz. Büyüyen çocuk istedikleri gibi olmayınca anne yetiştiremedi oluyor ama... Sorun şu ki çocuk iki taraflı yetiştirilir!

Son konu da çocukların hayat boyu proje oluşu. Bu yine Okyanus'un çok mantıklı bulduğum düşüncelerinden biri. Mantıklı bulmakla kalmıyor tamamen katılıyorum da. Türkiye'de çocuk yetiştirmek hayat boyu proje gibi. Hani hayat boyu eğitim var ya onun daha sağlam kökenli olanı. Şöyle ki ailemiz bizi yetiştiriyor. Okuldan sonra hemen evlenmeli baskısı oluşuyor ve biz çocuklarımızı yetiştirmeye başlıyoruz. Her durumda her ihtiyacına koşmaktan kendi hayatımız ve ihtiyaçlarımızı görmezden geliyoruz. Bu birazda şu yukarıdaki insana yapılan kötülükten kaynaklı. Kendi ayakları üzerinde durabilen bir birey yetiştirsek okulunu bitiren biri hayatını ve düzenini kurup kendi yaşamına başlamış olacak. Buralarda tabii ki aileye ihtiyaç duyacak yine ama her zaman değil. Kendi doğrularını/yanlışlarını ve tam anlamıyla hayatını yaşayacak. Bu sırada ailenin büyükleri de hayatına devam edecek. Kopukluk olacak mı? sanmıyorum. Sonuçta her gün annemi arayıp konuşuyorum. Her yaptığını bilip ihtiyaç duyduğunda yardım sağlıyorum. Ama tam anlamı ile ona bağımlı değilim. Benimki biraz cılız bir örnek. Ama temel meselesi bu işte. Türkiye ortamında çekirdek aile daha büyük aileye daima ama daima bağımlı kalıyor. Bu bağları sağlamlaştırmak gibi mi görünüyor bilmiyorum ama kendine güven konusunda sıkıntı yaratacak şey gibi geliyor bana.

Belki son konuyu tam anlatamadım ama bir gün belki daha ayrıntılı açıklarım. Öyle işte. Cümle ve imlalarıma tabii ki bakamadım. Sanırım ortalarda bir yerde de kendimi kaybettim. İdare ediverin birazcık... Sağlıcakla kal blog. He bu arada bunlar benim düşüncelerim yine kendime göre mantıklı bulduğum şeyler. Uzman değilim belki ama sistemde çok iyi işlemiyor hani...

2 Şubat 2016 Salı

Banaana

Hey bugün sana liseyi anlatmak istiyorum. İstiyorum çünkü hayatımda ilk defa bir whatsapp grubuna katıldım. Yok ben katılmadım lise arkadaşım grup açıp bizi ekledi. Yahu yıllardır whatsapp kullanırım daha kimse gruba eklememiş beni. Ne kadar asosyal mi desem istenmeyen mi desem yoksa yalnız mı desem bilemedim o benmişim işte. Yani hissettiğim oydu. İşte öyle eklenince acayip mutlu oldum. Bunun üstüne anında terfi alır gibi yönetici yapılınca deli gibi mutlu oldum iş yerinde böyle terfi almadım ben. Yarım saat kadar sonra iş yerine gelen ve 6 saat boyunca başımda durup iş yaptığımız müşteri olunca ağlamak istedim ama o başka konu.

Neyse bazen aklıma geliyor ne salakmışım diyorum. Liseye başlarken fotoğraf istenir ya hani. He işte ben o fotoğraf çekilmeden hemen önce kuaföre gitmiş ve kısacık yaptırmıştım saçlarımı. Hangi akıl ve mantıkla yaptım bunu bilmiyorum. Sanırım annem yurtta kalacak olmamdan dolayı daha kolay olur demiş olabilir. Bilemiyorum şimdi. He işte o kuaförden çıkıp doğruca fotoğrafçıya gittim. Sonuç çok güzel! kısacık saçlara fön çeken bir kuaför, fotoğrafta saçlarının ön tarafı uçuşan bir ben. Ondan beri kuaförde fön çektirmem. Elimden gelse ıslak saçlarımla kaçacağım ordan. Öyle gıcık oluyorum. İşte o tip ile başladım liseye. 1-0 yenik. Neyseki Damla orada benimleydi. Kayıt olmaya birlikte gidememiştik ama olsun. Yurtta aynı odada kalmak için ayarlayabilmiştik. Sonra evde ablamdan kalma minnacık bir valize bütün eşyalarımı sıkıştırdım. O zaman için bile çok eşyam yokmuş be. Sen nevresim takımını, havlunu, şampuanını ve tüm kıyafetlerini(!) el kadar bavula sığdır. Şuan panduflarım bile doldurur o valizi... O nevresimleri de hiç sevmiyordum zaten. Deseni hiç bana göre değildi bir sürü çiçekli ve dantelli bir şeydi. Tamam annem çok özendi, kendisi dikti ama benim istediğim gibi değildi işte. Dantel diyorum ya!

Sonra yurda gittiğim ilk gece ağlamadım tabii ki. Ertesi gün annemle konuşurken haftasonu eve gitmek istediğimi söylediğimde, annem gelme dediği için ağlayacaktım. Sınıfın ortasında olunca ağlayamadım tabii ki. Ama annem son parasını bana vermişti, o hafta eve gidersem tekrar verecek parası yoktu. İşte böylece eve gidemedim.

Sonra 1. sınıfta gıcık olduğum bir kız vardı. Hani günlük falan tutarsın ya, ya da şiir yazarsın. Sonra öküzün teki gelip alır onu elinden bütün sınıfa okumaya başlar. Bilirsin bu sahneyi, bütün ergen dizileri kullanır. İşte bu sahnede defteri alınan kişi ben oluyorum. Bütün sınıfı peşinden koşarak dolaştığım kişi de o öküz! Salaklık bende otur bekle, sende onlarla beraber gül hatta. Sonra tenhada git ağzını burnunu kır o kızın. Kalıbın yeter senin. Yani kilon... Kilom...

Ve buradan sonra bende film koptu maalesef. Zayıfladıktan sonra devam ederiz.

2 Ocak 2016 Cumartesi

Çaliş çaliş çaliş

İnsanlar neden evlendiklerinde kötü şeyler yazarlar/söylerler anlamıyorum. Bende bir nevi evlenmiş gibiyim (yani aynı evde yaşıyorum sonuçta değil mi?) ve en büyük derdim bu akşam ne yemek yapsak acaba...? Daha büyük dertlerimiz olmaz umarım diyeceğim ama iş ve maaş dengesizliğim bazen canımı sıkıyor. Biliyorum belki takılmamalıyım bu kadar ama bir şekilde canımı sıkıyor dengesizlik. Sonraki büyük derdim ise ikariamda saray yükseltememek, kimsemi malzeme satmaz arkadaş. Şu oyunlarda gösterdiğim başarını yarısını gerçek hayatımda gösterebilsem şimdiye neler yapmıştım. Bunun için yeterli cesaretim yok sanırım. 

Yüksek lisans yapmak istiyorum bilgisayar alanında ama dediğim gibi cesaret meselesi. Birazda işimle birlikte nasıl götüreceğim ikisini bir arada. İş yeri izin vermeyecek büyük ihtimalle. Okul masraflarını karşılayamayacağım. Bir de tez mevzusu var. Ben tez yazmaktan nefret ediyorum. Yani laf olsun diye değil, ilk tezimi yazamamış olmamın verdiği bir şey var bende. Öyle gıcık olduğum bir durum. Aynı katı nefreti ingilizceyede gösteriyor olmam daha korkunç bence. Aslında cidden güzel dil ve oyunlarla bayağı şe ediyorum ama diğer taraftan temelden gelen eğitimle soğumuş durumdayım. Bir şekilde nefret oluşuyor. Eh ingilizce olmadan ve tez olmadan sanırım Yüksek lisans yapamam. Diğer taraftan farkındayım bunlar bahane. Okula giderken iş mevzusu sıkıntı olacağından yapamayacağımı biliyorum. Bir de biraz saçma olacak ama maddi gücüm yokken bu risk almak gibi olacak bana, bir tür güvensizlik oluşturuyor. 

İşin daha da kötü tarafı meslek olarak iyi bir şey olmasına rağmen ben Grafikerlikten nefret ediyorum. Tasarım yapmak çok güzel ama bunu iş olarak yapmak berbat. Biri yaptığım tasarıma karıştığı anda yönetimi ona bırakıyorum. Kararları onun almasını bekliyorum. He birde İş dünyasında grafiker olmak yetmiyor. Adamlar benden çay yapmamı, servis yapmamı, dükkanı temizlememi, baskı yapmamı, müşteri çekmemi, reklam yapmamı, ücret hesabı çıkarmamı falan bekliyor. Kısacası çalıştırabildiği her noktada beni çalıştırıyor. Ben bundan daha da çok nefret ediyorum. Benim işim tasarım yapmak sonuçta. Ama çıkıp baskı yapıyorum sonra benden o baskının yapışacağı alanı temizlememi istiyor. Sonrada yapabileceksem yapıştırmamı. Adam (patronum) çay istiyor veriyorum birde üstüne şeker atmamı istiyor. Kahvaltısını da hazırlamam gerekiyor sabahları. Dükkanı da ben açmalıyım (çünkü gelmiyorlar sabah erkenden, gelmesinler o ayrı da dükkan benim değil ki!) ve akşam onlar erkenden çıkarken ben kapatmalıyım. Adamın teki kitapçık yaptıracak ama aylar oldu bana bilgi vermemiş her hafta arayıp peşine düşüp zorla o bilgiyi almam gerekiyor. Lan yaptıracak olsa zaten kendi getirir bilgiyi. Geçen gün birine tabela yapacağız ben logomu getireyim falan deyip gitmiş adam. Tekrar arattırdılar gelmeyince. Bırak gelmiyorsa bir bildiği var adamın. Neyse aradım zaman verin bana biraz düşünelim falan dedi. Ayrılmak isteyip söyleyemeyen çiftler gibi. Daralttık adamları resmen. 

Bir de şey var temizlik yapmamız gerekiyor her hafta iş yerinde. Ama haftalardır kadın (patron) ya gelmediği ya da erken çıktığı için tek başıma yapıyorum ben. Ben temizliğe başlarken adamda çıkıp gidiyor kapatırsın sen diyerek. Sonra ben artık ne zaman biterse o zaman çıkıyorum. Haliyle tek başıma olunca yetişemiyorum ayrıntılı bir temizlik yapmıyorum. Geçen gün oğulları gelince yaslanma masaya öyle, çok pis uzun zamandır temizlik yapmıyoruz dedi oğluna. Acayip sinir oldum ama çünkü ürün masasına dokunmasamda onun masasını ve kendiminkini siliyorum hep. Ben yapıyorum ama tek başıma haliyle bu kadar oluyor dedim. Ne anladı bilmiyorum artık. 

Birde yılbaşı tatili mevzusu var. Bugün normalde bana tatil değil zorla aldım. Müşteri olarak hiç kimse gitmemesine rağmen açıyorlarmış dükkanı. Okyanus'un ailesinin yanına gideceğimizi söyleyerek ve resmen bu konunun peşinde 2 hafta koşarak izin alabildim. Yahu kimse yok işte gelmiyormuş ne diye şe ediyorsun ki. Malzemeci gelmiyor, herkes tatilde ama bizimkiler dükkan açıyor. Birde trene yetişeceğim diyerek dünde erken çıktım. Eminim orada da sinir olmuştur bana. Çünkü bunun kendi ailesinin işi vardı basılacak. Ama bir buçuk haftadır falan gelip gitmelerine rağmen hiç bir ilerleme olmadı. Sonra dün erken çıkacağım ya haberi var 3:45 gibi çıkacağımdan 3:15'te bana o işi ayarlayalım (bir sürü kesilip boyutlandırılıp sayfa yerleşimi yapılacak iş) basalım dedi bana. Daha hiç bir ayarı yok. Tamam ben yaparım at bana dedim ki daha seçim yapılacakmış aralarından. O bir taraftan seçerken ben hepsini halledip bir şekilde yetiştirdim o işi. Bu defa makinede sorun çıktı baskı bir türlü başlamadı. En son geç kalacağım için trene biraz bırakıp gelmiş oldum. Ama ne yapayım ya. Te hafta başında ben ona açıkladım durumu ve müşteri de değil ailevi yani. Anca bu kadar oluyor. Ve artık cidden nefret ediyorum yaptığım işten ve küçük iş yerinde her ama her işe koşulmaktan. Adamın tasarım yapıp yapmadığım umurunda değil, git şunu yap bunu yap onu getir bunu götür iş yetiştir. Bir maaş verecek altı üstü onun da her saniyesinden yararlanmaya çalışıyor. 

Fabrikada çalıştığım zamanın en çok burası iyiydi. Saatim belliydi, tatilim belliydi, fazla çalışırsam parasını alıyordum. Resmi tatillerimiz yoktu tamam ama onunda fazladan parasını alıyordum. Sigortam mutlaka yatıyordu ve sadece işimi yapıyordum. Kafam rahattı yani. Yılbaşına dair şeyleri de yazacaktım ama sonraya kalsın...