24 Ocak 2013 Perşembe

Türk Dizileri


Hey köyden selamlar. Can sıkıntısı ve inek bakmanın tavan yaptığı anlardayım. Annemde olmadığından evin her bir haltı bana ait ve hiç isteyerek yaptığım bir şey sayılmaz. 

Adını bile bilmediğim saçma çizgi filmler izliyorum ya. Her gün kendime çay ve yemek yapıyorum sonra temizlik yapıyorum, hayvanlara bakıyorum. Yalnızlığı gayet iyi idare ediyorum aslında. Sevdim bu halimi de ancak bir sorun var ki klasikler arasında yerini almak üzere: İnternetim yok! O kadar büyük bir sorun olmaya başladı ki yalnızlığa daha fazla vurma sebebim bu. Bir oyunun açılması için 20 dakikadan fazla bekliyorum ve sonunda verdiği hata şu "Bağlantı hatası oluştu lütfen tekrar deneyin" böylece yeniden denemeye başlıyorum. Bir de internetim olsa yalnız yaşamayı mükemmel bir şekilde karşılayabilirim. Hem okul bitişi yakın olduğundan çok zor olmayacak gibi bu.

Annemin olduğu vakitlerde fark ettim ki gerçekten çok benziyoruz birbirimize ve ben bir tane daha ben'e bazen katlanamıyorum. Yanlış anlama olmasın annemi çok seviyorum ve yanımda olmasını istiyorum sürekli ama benzerliklerimizi gördüğüm andaki düşüncem "bir EfsuN daha olursa evden kov" oluyor. Tamamen benimle alakalı yani. Gerçekten katlanılmaz biri gibi hissediyorum o anlarda. Acaba oda arkadaşlarım ya da diğer arkadaşlarım da böyle düşünüyor mudur?

Şu yalnızlığıma dönersek bazı arkadaşlarımla konuşmuyorum şu ara. Tamam aslında kimseyle konuşmuyorum. Telefon camın önünde öylece duruyor ve alarm dışında kullanmıyorum. Hiç kimseyle konuşmakta istemiyorum. Yakında sesimi kaybederim diye düşündürüyor bu. Neyse ki karşı komşum her sabah inekleri sağmaya geliyor da onunla biraz konuşuyorum. İnekleri bende sağardım da sütleri koyacak ya da yapacak bir şeyim olmadığından annem sağıp alması için onu ayarladı. Sütü bazen çok sevsem de nedense onun bulaşığından nefret ediyorum. Yağlı gibi geliyor gerçi ben bütün bulaşıklardan nefret ediyorum. Evim olduğunda ilk bulaşık makinesi alırsam hiç şaşırmam buna.

Rizzoli & İsles diye bir dizi var. Asıl esinlendikleri kitap Tess Gerreitsen'in (yazarın adı yanlış olabilir zira internetten kontrol edemeden yazdım) Cerrah ile başlayan kitap serisi. Ben o kitapların (sanırım) hepsini okudum. Cinayet ve olayları çözme konusunda pek sevdiğim yazardır kendisi. Ben ki korkudan korkan bir insanım ama sadece o yazarın (böyle bir türdeki) kitaplarını okuyorum. Neyse işte diziye dönersek bayıldım! Lan o kitaptan (-ki çok iyi olduğunu düşünmeme rağmen) böyle mükemmel bir dizi yapmaları müthiş yani. Ankara'ya döndüğüm zaman yapacağım ilk iş dizinin bütün bölümlerini indirmek olacak. Cnbc-e'de sevdiğim bir sürü yeni dizi var. Sullivan & Son'du sanırım öyle bir şeyde var yeni başladı ama epey hoş. Dizi demişken How i met your mother'ın yeni bölümü çıktı ama kafayı yemek üzereyim indiremiyorum da izleyemiyorum da!

Ah bir de geçen hafta var. Yazının buradan sonraki kısmı annem ve onun dizilerine dair olacak. Zira bütün hafta Türk dizilerini izleyip durduk. Tekrar tekrar nefret ettim dizilerden. Bir de şu var ki içinde dram yoksa annem o diziyi izlemiyor. Boşa vakit kaybettirdiğini mi düşünüyor nedir anlamadım. O kadar bıkkınlık geldi ki kafama göre bir şey açabildiğim şu günlerde pek huzurluyum.

Filmlerde hep baş roldekiler birilerinin ya da kendilerinin hayatlarını değiştirir. Normali ve gerçekçi olanı budur. Biz bunu görmek isteriz. Türk dizilerinde ise nerede vasıfsız, işe yaramaz, gereksiz, salak bir karakter varsa baş roldeki garibanın canına okuyor. Onun yerine kararlar veriyor hayatını bir güzel mahvediyor. O kadar çok entrika var ki banka soyacak adam bile bu kadar üstünde düşünmez. Ne kadar kinci bir milletmişiz diye düşündürüyor bu. İyiler o kadar iyi o kadar masum gösteriliyor ki sanırsın melek kaçmış içine saflıktan ölecek. Kötülerde kötülükte çığır açmış oluyor. Adam o karaktere ulaşmak için yıllarca uğraşmış gibi öyle ki bu adam gerçek olsa cehennemin dibinde yanar vicdansız diye sayıp sövesin geliyor. Bir sınır koyamıyorlar yani iyi karakter senin neyine bu iş karışma dese koca dizi bir anda son bulacak ama bizim saf iyimiz diyemediğinden adamlar bir sezonu bununla dolduruyor. Bir de bölümlerin konuları var gerçek hayatta tenezzül edip 5 dakika bile konuşmayacağın konudan adamlar koca 40 dakikalık (dizi konusunda 1 aya yayılmış) bölüm çekiyorlar. Tanımadıkları sınıra hayran kaldım böylece(!)

Annem demişken evet cansız nesnelerle konuşma huyumu da ondan almışım. Bir şeye sinir olduğum zaman hayatımda kurmadığım kadar uzun cümleler(!) kurabiliyorum. Annemde öyle işte, kapanmayan kapıya örtüyorsam örtüleceksin diyecek kadar. O daha çok böyle kısa kesiyor ama olsun.

İnsanın hayatta yaşamak istemeyeceği pek çok şey var. Eski sevgilisi ya da düzeltirsek eskiden öptüğü kız ile aynı masada yemek yemesi gibi. Ya da oda arkadaşlarının çoğunu nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde etkileyerek arkadaş olması gibi. Biraz daha kötüleri olabiliyor bazen kendi adıma yani. Mesela okulda herkese patladıktan sonra hatanın bende olduğunu fark etmem gibi. Ya da ne bileyim Çamaşırhaneden geri gelmeyen kıyafetlerinin başıma açtıkları. Şu yukarıda bahsettiğim nesnelerle konuşurken birine yakalanmak falan işte böyle ufak tefek(!) gereksiz şeyler, yani tam bana göre...

Zaman zaman İboy'un bana kattıklarını düşünüyorum fark etmeden. Yani bir şey oluyor ne ara değişip böyle oldum diyorum sonra fark ediyorum İboy'dan dolayı olduğunu aklıma gelince tekrar tekrar üzen bir olay oldu bu. Benimle hala konuşmuyor film biraz kötü sonla bitti. Hani şu sonunda insanların barışmadıkları sahnelerden biri gibi. Gerçekten hayatıma girdiği için hiç pişman olmayacağım ve bana çok şey katan sayılı insanlardan biri O. Onun sayesinde şimdiye kadar kimsenin öğretemediği kadar değerli şeyler öğrendim. İnsanın gerçekten bir abisinin olması böyle bir şeydi demek ki.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Yaz yaz hiç çekinme canııım ne gerek var? aramızda yabancı mı var sanki?