29 Ocak 2013 Salı

Türkülerle yaş(ayam)ıyoruz


Yalnız kalmak istersin bazen ama senden başka kimse seni anlamaz.

Köydeyim sorumlu olduğum şeyler ise ev ve hayvanlar. Köy işte. Bunları yaptıktan sonra dikkatim dağılmadan ya da düşünecek başka bir şey olmadan yalnız kalmak hayal kurmak falan istiyorum. Aylardır okulda sonraki günü düşünerek geçirdikten sonra şimdi otomatik görevleri yerine getirmek iyi geliyor. Sürpriz bir olay yok izlenilen kanal bile standart. İşte bunu fazla sevdim tekrar okula dönüp tam anlamda hayatımı mahvedecek derslerimle yüzleşmeden önce bunu olabildiğince çok yapmak istiyorum.

Kimseyle konuşmak istemememin ufak bir sebebi de var tabii. Sürekli etrafımdaki insanları dinleyip onların sorunlarını düşündüm. Pek anlatmayı beceremeyen biri olduğumdan olsa gerek biri ile konuşurken benden çok onu konuşuruz. Bu şimdiye kadar rahatsızlık duyduğum bir şey değildi -gerçi hala değil- ama şuan aklımda benden, evden, ananemden başka hiç bir şey olmasını istemiyorum. Bana kimse nasılsın diye sormasın mesela, naber diye cevabını gerçekten merak etmedikleri sorular yazılmasın. Sırf suçluluk hissetmemek için mesaj atmasınlar. Ya da ben bir kaç gün mesaj atmadım diye hesap sorulmasın üstelik yalnız kalmak istediğimi söylememe rağmen. -Bir abin var hatırladın mı? -Yaşıyor musun? Gibi mesajlar da yazılmasın. Hiç bir şey o mesajlar kadar itici gelmiyor ya. Bütün bu mesajlar biraz Bek'i hatırlatıyor. Bir süre o da yazdı sonra öyle sıktı ki konuşmuyoruz artık. Hesap sorar gibi bir şey söylenmesinden nefret ediyorum ya.

Hatta telefonu da kapatmak istiyorum da, o internete daha hızlı giriyor arada girip ders notlarıma bakıyorum. İlk defa bir dönemde hiç bir dersten kalmadan geçiyorum, ortalamamı merak ediyorum. Bir kaç tane FF olmadan durumu ne olacak diye. Hala mezun olamayacağım endişesini üzerimden atamadım.

Annem Ares'i başkasına vermek istiyor. Biraz eğitimsiz kaldığından biraz da kırdığı zincirlerden dolayı bunu istiyor. Küçükken eniştem köpeğinin zincirleri koparttığını söylerdi doğrusu Ares'le karşılaşıncaya kadar inanmamıştım hiç. İt şu hayvanları bağladığımız zincirlerden birini kırdı ya. Kaç kiloluk dana kırmıyor onu. Gerçi veteriner Ares'in fazla güçlü olduğunu ileri sürerek -ısırmasından korkarak- aşı yapmayı reddetmişti. Yavrum büyüdükten sonra hiç aşı olamadı. Belediye her yıl aşı yaptırıyormuş hayvanlara sanırım, oradan gelecekler bir ara. Umarım maske falan getirirler yoksa onları kesin ısırır bu. Ya da onlarda korkudan yapamazlar. Bilmiyorum. Onu vermeyi hiç istemiyorum ama gerçekten bizde kalması onun için iyi değil. Köyde doğal ortam iyi olur falan diye düşünmüştüm ama insanları ısıracak korkusundan dışarıya bile çıkarmıyoruz her zaman. Genellikle alt katta bağlı kalıyor. Bunu bildiğimden annemin kararına karşı çıkamıyorum.

Sahi annem demişken hala gelmedi o. Abimin aniden ameliyata girmesi ile geçen hafta İstanbul'a gitti. Gidiş o gidiş demek çok yerinde olur. Telefonunu evde unutmuş ben onu arıyorum şu ara. Artık dönse iyi olur yani. Şu kanaldan öyle sıkıldım ki o dizileri bile izlemek daha iyi. Aklımda bir sürü müzik dönüp duruyor hepsinde aynı çalgıdan çıkan ses var.

Biraz da onun yanında olmak istiyorum. Ablamı özledim de. Geçen gün ananemin kız kardeşi geldi. Bir olay anlatmaya başladı maalesef ki olayın içinde ablam da vardı. Ablam olunca doğal olarak dikkatimi çekti dinlemeye başladım. Bir iki kez hakaret etti yanlış olmuştur diye bir şey demedim. Ama kadın durmuyor biraz daha devam ediyordu ki susturdum. Biraz fazla tepki verdim ki ondan sonra hiç kötü söz söylemedi bütün gün boyunca. Ablamla ilgili bütün iyi hikâyeler ortaya dökülmeye başladı ve hepsinde de ismiyle anlattı onu. Dünyada gerçekten ailem olarak onu ve annemi hissettiğimden olsa gerek ikisi konusunda fazla hassas davranıyorum. O kadını o gün dövebilirdim bile tekrarlasaydı onu. Sanırım gerçekten çok korkmuş birkaç gündür gelmiyor. Normalde ananem burada diye gelmeliydi geliyordu yani.

Bana derler angaralı son noktayı hep ben gorum. Gorum gorum gorum gorum son noktayı hep ben gorum… Arada farklı şarkılarda çıkıyor ya.  Ankaralı Turgut’muş.

Kafayı yerim ben bu kanalla.

Kaymak lazım kaymak lazım vekilime kaymak lazım...

28 Ocak 2013 Pazartesi

Reklamın iyisi kötüsü olmaz

Evde misafir sevmediğimi hatırlarsın. Evde yalnız olduğumu da hatırlarsın. Oysa yalnız olduğumu bir ben bir de annem biliyormuş gibi inatla misafir çekmeye devam ediyorum. -Her gelen annen evde mi? -Yok... Anlaşılan "yok"'u cevap olarak almıyorlar ki eve geliyorlar.

Ananem geldi eve. Benimle kalıyor. Başımda duruyor. Hiç bir şey yapmasını beklemiyorum. Gece rahat uyumamı sağlamaya devam etsin yeter. Sanırım annem de onun için göndermiş zaten.

Adımı ananemden almışım. 3 kere üst üste çekilen kura sonucunda. Ablam sağ olsun. Üçünü de o çekmiş. Teee tanımadığım bir kadın adını "EfsuN" koyun demiş. Böylece diğer muhteşem isimlerin yanında bir de EfsuN girmiş kuraya. Öyle kaldı bu isim bana.

Bu defa gelen hiç tanımadığım belki ömrümde ilk defa gördüğüm bir kadın geldi. Onun adı da Efsun. Evde üç kadın üçümüzünde adı aynı. Berbat bir his. Ananemin bana seslenmediğini bildiğim halde her EfsuN deyişinde kafamı kaldırıp bakıyorum. Oysa o kendi köyünde bilmem kimden bahsediyor...

Sürekli Mavi Karadeniz diye bir kanal izliyoruz. Kanalın reyting çizgisini biz belirliyoruz diye ciddi ciddi inanıyordum ki bu sabah bir kadın programı aradı gerçekliğini bilmesem de iki kişiyiz böylece diye geçti aklımdan.

Hizmette sınır tanımıyorum. Ananemin gözüne girmek çok önemli bir şey. Zira annem iş yaptığımı söylese de o inanmıyormuş. Şu ara onu kanıtlama çabasındayım. Hem böyleyken iyiyim. Gerçi yalnızlığın verdiği o muhteşem hissi çok özlüyorum.

Diğer kadında bu hizmetten faydalanıyor tabii. Öyle dualar etti ki kendimi acayip .... uygun kelimeyi bulamadım da bir taraflarım kalktı işte. Neyse kadın en son olarak -senden her yerde bahsedicem düğürlüğe (istemeye) gelirlerse şaşırma dedi. Evlenmeyi düşünmüyorum dedim. İkna etmek için çokta uğraştım o zaman istediğin gibi olsun dedi. Az önce yeniden konuya döndük -Bir bayramda bir de düğünde seni anlatıcam dedi. Reklam sonuçta iyisi kötüsü olmaz değil mi?

Kanalda köçekler oynuyor. Yeni bir işkence türü arıyorsanız bunu izletin. Bıyıklı ve etekli oldukça kro görünümlü beyaz gömlekli adamlar.

Bütün akrabalarımdan tek tek konuşuyoruz. Daha çok onlar konuşuyor. Ne kadar çok kuzenim varmış benim tanımadığım? Altı üstü bir kaç yıldır gitmiyorum yanlarına pırt pırt bebek çıkartmışlar ya.

Tombalacık halimem diye bir şey var ki Türkü sanırım doğrusu bilmiyorum. Bir ara Ece onu dedesinin sevdiği kadın için söylediğini (sanırım çıkış kaynağı burası) söylemişti... Nerde duysam günlerce dilime dolanıyor ve ben sadece nakaratını biliyorum. İçimde bir yerde bu tür şeyleri seven biri var (Hangi insan canı sıkıldığında Mezdeke dinler ya?) biliyorum da bu kadar da açığa çıkmamalıydı sanki.

Yeni rejim ile sabahın köründe kalkmaya mecburum. Kahvaltı da ne hazırlasam acaba?

24 Ocak 2013 Perşembe

Türk Dizileri


Hey köyden selamlar. Can sıkıntısı ve inek bakmanın tavan yaptığı anlardayım. Annemde olmadığından evin her bir haltı bana ait ve hiç isteyerek yaptığım bir şey sayılmaz. 

Adını bile bilmediğim saçma çizgi filmler izliyorum ya. Her gün kendime çay ve yemek yapıyorum sonra temizlik yapıyorum, hayvanlara bakıyorum. Yalnızlığı gayet iyi idare ediyorum aslında. Sevdim bu halimi de ancak bir sorun var ki klasikler arasında yerini almak üzere: İnternetim yok! O kadar büyük bir sorun olmaya başladı ki yalnızlığa daha fazla vurma sebebim bu. Bir oyunun açılması için 20 dakikadan fazla bekliyorum ve sonunda verdiği hata şu "Bağlantı hatası oluştu lütfen tekrar deneyin" böylece yeniden denemeye başlıyorum. Bir de internetim olsa yalnız yaşamayı mükemmel bir şekilde karşılayabilirim. Hem okul bitişi yakın olduğundan çok zor olmayacak gibi bu.

Annemin olduğu vakitlerde fark ettim ki gerçekten çok benziyoruz birbirimize ve ben bir tane daha ben'e bazen katlanamıyorum. Yanlış anlama olmasın annemi çok seviyorum ve yanımda olmasını istiyorum sürekli ama benzerliklerimizi gördüğüm andaki düşüncem "bir EfsuN daha olursa evden kov" oluyor. Tamamen benimle alakalı yani. Gerçekten katlanılmaz biri gibi hissediyorum o anlarda. Acaba oda arkadaşlarım ya da diğer arkadaşlarım da böyle düşünüyor mudur?

Şu yalnızlığıma dönersek bazı arkadaşlarımla konuşmuyorum şu ara. Tamam aslında kimseyle konuşmuyorum. Telefon camın önünde öylece duruyor ve alarm dışında kullanmıyorum. Hiç kimseyle konuşmakta istemiyorum. Yakında sesimi kaybederim diye düşündürüyor bu. Neyse ki karşı komşum her sabah inekleri sağmaya geliyor da onunla biraz konuşuyorum. İnekleri bende sağardım da sütleri koyacak ya da yapacak bir şeyim olmadığından annem sağıp alması için onu ayarladı. Sütü bazen çok sevsem de nedense onun bulaşığından nefret ediyorum. Yağlı gibi geliyor gerçi ben bütün bulaşıklardan nefret ediyorum. Evim olduğunda ilk bulaşık makinesi alırsam hiç şaşırmam buna.

Rizzoli & İsles diye bir dizi var. Asıl esinlendikleri kitap Tess Gerreitsen'in (yazarın adı yanlış olabilir zira internetten kontrol edemeden yazdım) Cerrah ile başlayan kitap serisi. Ben o kitapların (sanırım) hepsini okudum. Cinayet ve olayları çözme konusunda pek sevdiğim yazardır kendisi. Ben ki korkudan korkan bir insanım ama sadece o yazarın (böyle bir türdeki) kitaplarını okuyorum. Neyse işte diziye dönersek bayıldım! Lan o kitaptan (-ki çok iyi olduğunu düşünmeme rağmen) böyle mükemmel bir dizi yapmaları müthiş yani. Ankara'ya döndüğüm zaman yapacağım ilk iş dizinin bütün bölümlerini indirmek olacak. Cnbc-e'de sevdiğim bir sürü yeni dizi var. Sullivan & Son'du sanırım öyle bir şeyde var yeni başladı ama epey hoş. Dizi demişken How i met your mother'ın yeni bölümü çıktı ama kafayı yemek üzereyim indiremiyorum da izleyemiyorum da!

Ah bir de geçen hafta var. Yazının buradan sonraki kısmı annem ve onun dizilerine dair olacak. Zira bütün hafta Türk dizilerini izleyip durduk. Tekrar tekrar nefret ettim dizilerden. Bir de şu var ki içinde dram yoksa annem o diziyi izlemiyor. Boşa vakit kaybettirdiğini mi düşünüyor nedir anlamadım. O kadar bıkkınlık geldi ki kafama göre bir şey açabildiğim şu günlerde pek huzurluyum.

Filmlerde hep baş roldekiler birilerinin ya da kendilerinin hayatlarını değiştirir. Normali ve gerçekçi olanı budur. Biz bunu görmek isteriz. Türk dizilerinde ise nerede vasıfsız, işe yaramaz, gereksiz, salak bir karakter varsa baş roldeki garibanın canına okuyor. Onun yerine kararlar veriyor hayatını bir güzel mahvediyor. O kadar çok entrika var ki banka soyacak adam bile bu kadar üstünde düşünmez. Ne kadar kinci bir milletmişiz diye düşündürüyor bu. İyiler o kadar iyi o kadar masum gösteriliyor ki sanırsın melek kaçmış içine saflıktan ölecek. Kötülerde kötülükte çığır açmış oluyor. Adam o karaktere ulaşmak için yıllarca uğraşmış gibi öyle ki bu adam gerçek olsa cehennemin dibinde yanar vicdansız diye sayıp sövesin geliyor. Bir sınır koyamıyorlar yani iyi karakter senin neyine bu iş karışma dese koca dizi bir anda son bulacak ama bizim saf iyimiz diyemediğinden adamlar bir sezonu bununla dolduruyor. Bir de bölümlerin konuları var gerçek hayatta tenezzül edip 5 dakika bile konuşmayacağın konudan adamlar koca 40 dakikalık (dizi konusunda 1 aya yayılmış) bölüm çekiyorlar. Tanımadıkları sınıra hayran kaldım böylece(!)

Annem demişken evet cansız nesnelerle konuşma huyumu da ondan almışım. Bir şeye sinir olduğum zaman hayatımda kurmadığım kadar uzun cümleler(!) kurabiliyorum. Annemde öyle işte, kapanmayan kapıya örtüyorsam örtüleceksin diyecek kadar. O daha çok böyle kısa kesiyor ama olsun.

İnsanın hayatta yaşamak istemeyeceği pek çok şey var. Eski sevgilisi ya da düzeltirsek eskiden öptüğü kız ile aynı masada yemek yemesi gibi. Ya da oda arkadaşlarının çoğunu nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde etkileyerek arkadaş olması gibi. Biraz daha kötüleri olabiliyor bazen kendi adıma yani. Mesela okulda herkese patladıktan sonra hatanın bende olduğunu fark etmem gibi. Ya da ne bileyim Çamaşırhaneden geri gelmeyen kıyafetlerinin başıma açtıkları. Şu yukarıda bahsettiğim nesnelerle konuşurken birine yakalanmak falan işte böyle ufak tefek(!) gereksiz şeyler, yani tam bana göre...

Zaman zaman İboy'un bana kattıklarını düşünüyorum fark etmeden. Yani bir şey oluyor ne ara değişip böyle oldum diyorum sonra fark ediyorum İboy'dan dolayı olduğunu aklıma gelince tekrar tekrar üzen bir olay oldu bu. Benimle hala konuşmuyor film biraz kötü sonla bitti. Hani şu sonunda insanların barışmadıkları sahnelerden biri gibi. Gerçekten hayatıma girdiği için hiç pişman olmayacağım ve bana çok şey katan sayılı insanlardan biri O. Onun sayesinde şimdiye kadar kimsenin öğretemediği kadar değerli şeyler öğrendim. İnsanın gerçekten bir abisinin olması böyle bir şeydi demek ki.

11 Ocak 2013 Cuma

Film gibi


Hani hep film gibi bir hayat isteriz ya sadece filmlerde olduğuna inandığımız, böyle saçma bir şeyin tetiklediği olaylar zinciri gelişmeye başlar.  İşte benim "saçmalığım"ı İboy’u eklemediğim aile facebook hesabım başlattı. Sebebi malum iki ayrı hesapla iki ayrı hayatı yönetiyorum. İboy’da beni bildiği için doğal olarak normal hesabımdaydı. Ailemin olduğu hesaba nadiren giriyordum lakin o gün ödev yapmam gerekiyordu bende sınıf arkadaşlarımın olduğu hesaba geçiş yapmıştım. Kâbus böylece başladı. İboy o akşam neden eklemediğimi bile sormadan sildi beni. Açıklamalarımı da pek kaale almadı. Sonra o son mesajını yazdı. Biliyorum şuan yazarken çok saçma geliyor sadece facebook yüzünden olması ama bir yandan haklı olduğunu kabullenirken diğer yandan onu kaybetmenin verdiği korku da vardı. Benimle konuşmama kararını da bildirmiş oldu. Hani zaten okul bittiğinde hepimizi sileceğinden bunu erkene almak pek fark etmedi ona göre.

Benimle konuşmaması o kadar kötü geldi ki. Hani en sevdiğin abini kaybedersin ya öyleydi. Benim için fazla değerliydi. Şu okula alışmamın en büyük sebebiydi o. Bütün di eklerini kullansam da hepsi hala geçerli yani şuan için. 4 tane abimin içinde abisiz büyümek diye bir şeyi yaşamış biri olarak İboy benim abim olmuştu. Okulda da naber dediğimde sadece iyi deyip geçiştirdi. Sonrasındaki hafta boyunca tek kelime etmedik birbirimize. Beni görmezden geldi.

How i met your mother’a takıldım tekrar. Bütün bölümleri baştan sona izliyorum yani. Bu da bazı şeyleri düşündürtmeye başlıyor. Mesela çektikleri fotoğraflar. Gerçi sadece onlar için değil bütün filmler için geçerli. Öyle kendine güvenen tipler olur ya da An’ın çekildiği güzel fotoğraflar falan. Bir kaç gündür yeni oda arkadaşlarımın katkısı ile o tür fotoğrafların her halini çekmiş bulunuyoruz. Not: Paylaşıma tamamen kapattım orası ayrı.

Sonra yine dizideki Ted’in bir inancı var ki; hayatının aşkını bulmak. Öylesine yılmadan arıyor ki onu insan ister istemez etkileniyor. Şu geçen yazılarımda bahsettiğim, aşkımın beni kör etmesinden dolayı Miray’a benzettiğim sonra da hiç benzemediğini anladığım bir kız vardı hani. Onun adını ve bölümünü öğrenmiştim daha da hiçbir bilgim yoktu ve kız tam aktif özellikleri sergilerken maalesef hiçbir fırsatla konuşamamıştım bile.

Dün Damla’nın sınavdan çıkmasını bekliyordum sınıfın önünde. Kapıya da bir liste asmışlardı. Aklıma Ted geldi nereden estiyse dedim benim kaderim de burada mı acaba diye. Liste tam o kızın bölümünündü. Tek tek listeyi kontrol ettim ve adını da buldum. Okulda onun isminden başka olmasının imkânı yok zira öyle eşsiz bir ismi var. Böylece soyadını da ve okula ne zaman geldiği gibi bilgileri edinmiş oldum. Kötü tarafı ise facebook’ta bir milyon tane o kızdan var mübarek bulamıyorum. Öyle işte. Kaderimin o sayfası böylece başlamadan kapanmış oldu.

Hani filmin en sonunda da asıl karakter geri dönüş yapar falan. İşte pazartesi İboy ile sinemaya gidiyoruz. Yani aslında o diğer arkadaşa söylemiş gidelim EfsuN’u da çağır falan diye. Sonra Damla’yla konuştular o da geliyor. İşte böyle toplu bir şekilde gidiyoruz ama asıl önemli olan bu değil. Önemli nokta İboy tekrar benimle konuşmaya başlayabilir. Bir ihtimal yani. Belki...

Şimdi hepsini böyle düşünürken fark ettim ki bundan da minicik bir film olur yani. Herhangi bir yerde gösterime falan girmez ama benim için iyi, kötü ve güzel bir haftaydı. Lakin filmin(!) sonu için maalesef birkaç gün daha bekleyeceğiz bakalım neler olacak.

3 Ocak 2013 Perşembe

Notlar


Çocuk isteyerek başladığım duayı o çocuğun geleceğini düşündükçe sen en iyisi boş ver diyerek bitirdim. İyi mi yaptım kötü mü bilemedim ki...

İstanbul'a gideceğimden bahsetmiştim sanırım. Gidiş yolculuğum sırasında yanımdaki koltuk boş olduğundan bir abla oraya kızını oturtmuştu. O minik ama çok akıllı melek sayesinde nasıl bir kızım olması gerektiği hissettim. İşte tam onun gibi bir çocuk istiyorum sorular soran, yorumlayan, kendince bilen biraz da ukala. Belki hiç sahip olamayacağım bir şeyi istemek garip artık ben bile sıkıldım yani bu yazılarımdan. Bir çocuğumun olması zor işte, kabullenemiyorum belki de.

İlk gün Taksime götürdü Kurt beni. Orada bir bara gittik. Onun arkadaşı da barmen olarak çalışıyordu. Lezbiyendi o da. Sevgilisi de hemen üst katta falandı. Kıza âşık olduğumdan değil –ki gerçekten öyle bir şey olmadı- karakteri nasıl biri olmam ya da sevgilimin nasıl biri olmasını istediğim şeye karar vermemi sağladı. Bilmiyorum ya anlatması garip ama ufak bir değişime sebep olmadı demek yanlış olur. He bir de o gece sarhoş oldum sanırım. Sanırım diyorum çünkü gecenin bazı bölümlerini hatırlarken çoğu kısmını hatırlamıyorum. Bir ara peçeteye ödevlerimi sıraladım ama onu hatırlıyorum. Zira peçeteye yazmama dayanamayan barmen kişi bana kâğıt vermişti. Hepsini nasıl olduğunu bilmediğim mucizevi bir şekilde cebimde buldum. Okudum da bayağı saçmalamışım ya. En azından konuşmamışım sadece yazmışım yani…

Yolda fark ettim ki İstanbul gece yolculuğunda çok güzel oluyor. Tamam, hani nefret etmemin dışında gecelerini pek seviyorum şehrin. Işıklarını yani.

İş başındayken hani hep telefonla konuşurken görüntülenen tipler vardır filmlerde falan. İşte görene kadar ben sadece filmlerde olur sanıyordum. Adam bütün sülalesini sordu gibi geldi sanki.

Millet olarak her daim pratik sonuçlar çıkarabiliyoruz. Mesela elimizin altında hazır karışık meyve suyu yoksa olanları karıştırabiliyoruz. Sonuç güzeldi ya ben beğendim.

Bir de şu var ki otobüs molasında durduğumuz o yerler var ya çok pahalı oralar. Dışarıda 3.5 liraya aldığım bir çikolataya 6.5 lira vermek çok anlamsız geldi. Vermedim de zaten gittim başka yerden aldım.

Yılbaşı gecesini evde geçirdik. Tombala falan oynadık. Kâğıdımdaki son beklediğim numara gerçekten de en son çıktı ya adalete bak. Zaten aldığım yılbaşı biletine de herhangi bir ikramiye çıkmadı. Bir çıksaydı da ben de görebilseydim para gerçekten insanı değiştiriyor mu değiştirmiyor mu?

Dönüşte de buz gibiydi otobüs. Klima bozuktu adam her sıcağı çalıştırdığında 5 dakikalık ısınmanın sonucu yine hüsran yine hüsran. Montumla oturdum bütün gece ya!